Zamanı Ayarlayanlar

Zamanı Ayarlayanlar

İnsan hayatını ölçen, biçen, sınırlayan ve şekillendiren en önemli unsurdur, zaman. İnsanoğlu için buna ömür diyoruz. Annelerin çocuklarını “anneciğim” diye sevdiği, âşıkların sevdiğine “aşkım” diye iltifat ettiği gibi, insanoğlu ömrüne değer gördüğü kişileri “ömrüm” diye yücelterek sever.

İnsanoğlu, ömrüne eşdeğer gördüğü kişi, iş ve eylemleri yaşamın tam orta yerine konumlandırır ve hayatını bu merkez çevresinde yaşamaya başlar. Hayatın merkezinde bulunan kişi, obje ya da eylem, yaşanılan o hayatı şekillendirir. Ve yaşam o merkezin renginde, o merkezin tadında, o merkezin koordinatlarına göre bir seyir alır.

NAMAZ VE ZAMAN, ETLE TIRNAK GİBİ AYRILMAZ İKİLİ

Dünya ikliminde birlikte yaşadığımız her insanın hayata bakış açısı, yaşamdan beklentisi ve hayata dair algısı bir değildir elbette. Her bir kulun yaşam merkezinde birbirinden bambaşka insanlar, bambaşka objeler ve eylemler barınır. Zarifçe bir ifade ile: “Burası dünya. Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi. Ekip biçip gidecektik.” diye düşünen aciz bir kul, kul olmayı hayatının en önemli gayesi olarak ortaya koyar ve kulluğun gereği ile yaşamını şekillendirir.

Müslüman’ın hayatında zamanı belirleyen unsur namazı olur. Namaz ve zaman etle tırnak gibi ayrılmaz ikili olur. Hayatının bütün gayesi, en büyük yaşam amacı “o makama” ulaşmak ve o makamda kalmak olan kişi de elbette yaşamını, o makama ulaşmak ve o makamda kalmak felsefesine göre dizayn edecektir. Dahası çevresini ve ilişkiler ağını, iletişim yöntemlerini bile “o makama” göre ayarlayacaktır.

O makam, dünyada onun kıblesi olacaktır. O makama ulaştıranları artı, o makamdan uzaklaştıranları eksi diye kodlayıp, yaklaşma ve uzaklaşma stratejisini buna göre belirleyecektir. Nihai noktada elinden gelse o makamla birlikte tabuta girmek isteyecektir. Lakin ömrünün orta yerine konumlandırdığı makam onu ihya mı edecek yaksa imha mı edecek? Onu yıllar gösterecek. Bu da işin bir başka boyutu.

SADECE BİR BEŞER DÜNYAMIZI DEĞİŞTİREBİLİR

Nefes alıp verdiğimiz şu fani âlemde bazı insanları çok severiz ve bazılarından da nefret ederiz. Bazı insanları severken dünyevi bir çıkara odaklanıp; kişinin sağladığı yarar veya yol açtığı zarar durumuna göre sevgide pozisyon alırız. İnsani bir aşkla yürekten bağlandığımız, sadece Roma’yı değil; uğruna tüm dünyayı ateşe vereceğimiz bir beşer, bizim dünyamızı tepeden tırnağa değiştirebilir.

Sevgiyi doğru anlamlandırdığımızda insan insana aşk derecesinde bağlı olabilir. Büyüğüm, kıymetlim, şeyhim, bakanım, müdürüm, patronum… Adına ne dediğimizin çok önemi yok aslında. Bizim hayatımızın merkezine aldığımız dünyalının, bizim için taşıdığı anlamdır onu önemli kılan. Varsa yoksa; büyüğüm, varlık sebebim, hayatımın anlamı, velinimetim… Abartılı mı geldi? Peki, bir beşer diğer bir beşere niçin : “Cenâb-ı Allah, benim kalan ömrümü alsın da senin ömrüne eklesin” diye dua edebilir?

Zaman Değerlidir…

Basit bir dua mı bu? Elbette basit bir dua değil. Hele sıradan sözler hiç değil. Bu aşkın nedeni dünyevi ya da uhrevi olabilir. Asıl soru şu: “Bu beşer böyle bir sevgiyi hak ediyor mu?” Veya farklı bir yaklaşımla: “Bir beşeri böyle bir aşkla sevmek ne kadar doğru?” Hedefimde hiç kimse yok. Benim derdim, gönül dediğimiz yapının kıymetinde gizli. O gönül ki, Cenâb-ı Allah’ın nazar eylediği makamdır. Allah aşkına lütfen! Gönül dediğimiz yapı, yolgeçen hanı değildir. Belediye çöplüğü hiç değildir.

Sadece kişiler ve makamlar değil insan yaşamını dizayn eden unsurlar. Objeler var insanların kıymetlisi. İnsanın dünyevi zenginliği, parası, arabası, evi, işyeri, binası… İnsanoğlu için kıymetli olabilir. Hayatını, zamanını, ömrünü bu objeler şekillendirebilir. Bütün bu dünyalıklar yaşama sevinci ve gayesi olabilir. “Ben böyle varlık sahibi olabilmek için ömrümü adadım. Gecemi gündüzüme kattım. Ömrümde bir gün bile tatil yapmadım. Çocuklarımın hiçbirinin karne heyecanına tanık olamadım. Düğünlerine bile misafir gibi katılabildim ancak. Çocuklarımın doğum günlerini bile bilmiyorum. Hatta evlilik yıldönümümüzü bile hiç kutlamadık. Ama… Ama ben onlar için böyle bir zenginlik elde ettim ve onlara bırakıp gideceğim.” şeklinde sözleri duymuş olabilirsiniz. Değer mi değmez mi bilmem. Çünkü herkesin değeri farklıdır.

İyi de hiç kimseyi, hiçbir şeyi sevmeyecek miyiz? İşimiz, aşımız, malımız, mülkümüz olmayacak mı? Ekmeğimizi kazanmak için hayat mücadelesi içinde olmayacak mıyız? Dünya ve dünyalık dendiğinde tamamen sırtımızı dönüp, hiçbir şeyle ilgilenmeyecek miyiz?

ÖMÜR DEDİĞİMİZ SERMAYENİN TEKRARI YOK

Elbette seveceğiz. Elbette eşimiz, işimiz, aşımız olacak. Ömrümüzün son nefesine kadar çoluk çocuğumuzun nafakası için çaba göstereceğiz. Helalinden evimiz, arabamız olacak. İtirazım bunların hiçbirine değil.

Ömür dediğimiz sermayenin tekrarı yok. Yaşadığımız hayatın provası yok. Her nerede, her ne yaşıyorsak, yaşanıyor ve bitiyor. Geri vites yok. Sadece dikiz aynasından bakarak, geçmişimiz için, “iyi ki…”  veya “keşke…” diyebiliyoruz. Bundan ötesi yok. Ömür kıymetli. Zaman kıymetli. Gönül kıymetli. Asıl mesele kıymetlilerimizi, kıymetlilerle mi kıymetlendiriyoruz. Yoksa kıymetsizlerle mi heba ediyoruz.

 

*Eğitimci, yazar Yusuf Yeşilkaya’yı instagramdan @yusufyesilkaya adresinden ve www.yusufyesilkaya.com web sitesinden takip edebilirsiniz.