Yaşadığımız Hayatın Provası Yok
- AİLESürmanşet 2
- 20 Mayıs 2022
Mutlu bir evliliğin sırrı nedir?
Evliliği mutlu olarak sürdürebilmenin yolları nelerdir?
Mutlu olmak, mutlu etmek ve mutlu kalabilmek için ne yapmak lazım?
Mutlu olmak için mutlaka evlenmek gerekir mi?
Cevapları itibariyle göreceli olan ve beyin yakan bu suallerle bir yazıya başlamak, bir yazar için zorlukları baştan kabul etmek ve cebinde bu sorulara hazır cevaplar taşımak demektir. Ama bu yazımızda bu sorulara kesin ve önyargı içeren cevaplar bulamayacaksınız. Çünkü bu yazımızda sizlerle âdeta söyleşirken cevaplarını birlikte arayacağız. Bu nedenle peşin ifade edeyim, cebimde hazır cevaplar yok.
MUHABBET KÖRDÜĞÜM GİBİ OLMALI
Dilerseniz latifeli bir sözle başlayalım. Socrates: “Ne pahasına olursa olsun evlenin. Eşiniz iyi çıkarsa mutlu olursunuz, yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz.” diyor. Bu işin mizahi yönü. Lakin Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmetine özellikle evlenmeyi tavsiye ediyor. Bu konuda çok net bir tavır sergiliyor: “Evlenen, imanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!” buyuruyorlar. Ayrıca mutlu olma konusunda da kadın ve erkeğin karşılıklı haklarına riayet etmelerini öğütlüyor. Kadın ve erkeğin arasındaki muhabbetin, kördüğüm gibi olması gerektiğini belirtiyor.
Yüz sene önce şöyleydi, on dört asır önce böyleydi. Ama şimdi o kadar kolay değil. Her şey çok zor. Bulmak zor, bilmek zor, evlenmek ev kurmak zor. Yuva olmak zor. Çocuk dünyaya getirmek, anne baba olmak zor. Çocuk yetiştirmek, ev geçindirmek zor. Peki, ne yapalım o hâlde?
AİLE Mutlu Bir Evliliğin SırlarıTOPLUMUN GENETİK ŞİFRESİ
Ne yapacağız, bireysel takılacağız. Öyle hiç evlilik falan yok, sorumluluk yok. Çoluk çocuk yok. Özgürlüğün kısıtlanması yok. Ev kurmak, düzen almak yok. Oh mis gibi kafana göre yaşayacaksın. Karışan yok, kısıtlayan yok. Evet, böyle bireyselleştirilmiş bir yaşam biçimi, tam da kapitalizmin dünyaya empoze ettiği bir yaşam tarzıdır. Bireyselleştirilmiş ve cinsiyetsizleştirilmiş bir topluma, en büyük engel ailedir. Aile kurumuna bakışı zorlaştırdıklarında, evlilikten uzaklaştırdıklarında, bireysel ve sorumsuz yaşamı yaygınlaştırdıklarında; güçlü toplumun genetik şifresi bozulmuş demektir.
Güçlü toplum, güçlü aile olmazsa ne olur? İnsanlar bireyselleşir ve daha kolay yönetilir. Daha çok satın alır. Daha çok tüketir. Soy sop karışır. Marka tüketme çılgınlığı yaygınlaşır. Mutlu bir azınlık, koca dünyayı çok rahat bir şekilde yönetir.
EVLENMEK ÖNEMLİDİR!
Yuva kurmanın zorluğuna ve evlilik kurumunun sorumluluğuna rağmen evlenmek önemlidir. Evlenebilme şartlarını taşıyan ve denk birini bulanın evlenmesi ise zaruridir. Dünyaya gelecek nesillerin evlilik yoluyla gelmesi, nesep bilinirliği açısından çok mühimdir.
İyi de biz bunları biliyoruz zaten. Asıl soru ne yapmalıyız? Nasıl bir tavır içinde olmalıyız?
GENÇLERE DESTEK OLMALIYIZ!
Madem bunları biliyoruz. Evlenecek durumda olan gençlerimizin sağlıklı bir yuva kurabilmeleri için gençlerimize destek olmalıyız. Nişan ve evlilik sürecini zora sokmak yerine; gençlere omuz verip, yardıma koşmalıyız. “Her şeyi isterim” anlayışı ile gençleri bir dünya borca sokup; evliliğin en güzel yıllarını borç ödemekle heba etmelerine engel olmalıyız.
YAZARLAR Nişanlılık Döneminde Nikâh Kıymak Doğru mu?“BİZİM AİLEMİZ” İLKESİ
Evlendikten sonra, senin annen – benim babam yerine, bizim ailemiz ilkesini yerleştirebilmeli ve biz olabilmeliyiz. Çünkü ne kadar çok biz olabilirsek; o kadar çok yuva oluruz, aile oluruz, mutlu oluruz. Dünya malını -haşa- tapılacak bir amaç hâline getirmek yerine, geçimi sağlayacak bir araç olarak görmeli ve o kadar değer vermeliyiz. Helalinden kazanıp, helal yerlere harcamaya özen göstermeliyiz. Kendimize, eşimize, çocuklarımıza ve misafirlerimize haram lokma yedirmemeye dikkat etmeliyiz. Haram lokmanın, nefsimizi ve neslimizi ziyan edecek bir neden olduğunu fark etmeliyiz. Her daim kendimizi haklı görmek ve göstermek yerine, eşimizin ve diğer aile fertlerinin hukukuna saygılı davranmalıyız. Olası tartışmalarda, kapıyı çarpıp çıkmak yerine, sorunlarımızı konuşarak iletişim becerileriyle çözmeye çalışmalıyız. Zulüm, kimden gelirse gelsin, kim yaparsa yapsın; Rabbimizin hoşuna gitmeyecek bir davranış olduğunu özümsemeliyiz.
ATMAK YERİNE TAMİR ETMEK…
Bir eşya, bir araç gereç bozulduğunda kaldırıp atmak yerine, tamir edip tekrar kullanmayı tercih edermiş büyüklerimiz. Evlilikleri de uzun ömürlü olurmuş. Çünkü onlar, ilk tartışmada hemen soluğu adliyede almazlarmış. Boşanmak, akıllarının ucundan bile geçmezmiş. Küstükleri gibi barışırlarmış. Barışmakta zorlandıklarında büyükler, bozmak için değil yapmak için devreye girer ve barışmayı sağlarlarmış. Büyükler, gerçekten büyüklük yaparlarmış yani. O yüzden dedemizle ninemiz altmış sene aynı yastığa baş koymuşlar. Şikâyet etmeden, sızlanmadan, kırmadan, koparmadan…
Biz de yapabiliriz, o dedelerin ve ninelerin torunları olarak. Karşılıklı sevgi, saygı, sabır, sadakat, hoşgörü ile ve de Rabbimize şükür bilinciyle olamayacak şeyler değil. Mutlu olmaya çalışırken, mutlu etmeyi de ihmal etmezsek harika bir iş çıkarmış oluruz. Teknolojinin ve sosyal medyanın kölesi olmadan, bu araçları gereği gibi kullanabilirsek evimize daha fazla zaman ayırmış oluruz. Aynı çatı altında ayrı odalarda bireysel takılmak yerine, kaliteli beraberlik yaşamaya özen gösterirsek; daha çok mutluluk paylaşmış oluruz.
AİLE Karı Koca Bir Çift Ayakkabı GibidirVe mutlu bir aile hayatı bizim rutinimiz olduğunda her zamankinden daha çok şükretmemiz lazım. Mutlu bir rutin nasıl bozulur? Sağlık problemi olur, iş güç problemi olur, geçim problemi olur ve rutin bozulur. O zaman rutinimizin kıymetini anlarız. Ve mutsuzluğa neden olan sebepleri saymaya ve suçlamaya başlarız. L.N. Tolstoy: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.” diyor. İnsan mutsuz olduğunda, örneğin bir sağlık problemi yaşadığında; en büyük derdin kendi problemi olduğunu zanneder. Hatta “ölümden döndüm” diyeceğimiz şekilde ciddi bir problem yaşadığımızda, dünya küçülür, içindekiler değersizleşir. Lakin aradan zaman geçtikçe önceki hâlimize döneriz. Derdi de dermanını da veren Rabbimizdir. Kul olarak bize düşen cüz’i irademizle savaşmaktır. Uğraşmaktır. Mücadeleyi bırakmamaktır.
Mücadeleyi bırakan insan, zaten ölmüş demektir. Sadece nefes alıp veriyordur. Oysa bize düşen sadece nefes alıp vermek değildir. Hayatımıza nefes kesecek çok olay sığdırmaktır. Yani gerçekten yaşamaktır. Yaşadığımız hayatın bir provası yok. Bu nedenle hayatımızı güzel değil, en güzel şekilde yaşamaya gayret etmeliyiz.