Yabancılaş-Ma!

Yabancılaş-Ma!

Ateş yakar, su akar, gökyüzü mavi, ev yuva, memleket vatan. Vatan memleket? Bildiğimiz sorunların cevaplarının ilk etapta görüldüğünden çok daha zor olduğunu çok erken anlar gurbette yaşayan bir çocuk. Akranları henüz tek dili çözmeye çalışırken onun beyni en az iki dille aynı anda uğraşır, evde yediği ile okulda yediği bir değildir, onun tatillerde gidebileceği başka bir ülkesi vardır ve evet burada da çoğu zaman diğerlerinden farklıdır. Fakat tüm bu farklılıklara rağmen güvenebileceği, dayanabileceği şeyler vardır: Ateşin yaktığına, suyun serinlettiğine inandığı kadar güvenebileceği.

HAYAT | 15 Eylül 2022 Sahi, Sizin Vatanınız Hangisi? 15 Eylül 2022

“BELKİ DE BİR NEVİ UYANDIK”

Geçtiğimiz günler ise şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 yaş şiirinde vardığı farkındalık ile “Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, insan bu yaşa gelince anlarmış.” minvalinde bir uyanış ile uyandı içimizde bazı duygular. Emin olduğumuz şeylerin aslında o kadar da emin olunacak birer gerçek olmadığının farkına vardır. Belki de bir nevi uyandık. Birden artık söylenmeyecek olduğunu zannettiğimiz şeylerin hâlâ söylenebilir, dünyada birçok coğrafyada “Müslümanım” diyen insanların ikinci sınıf insanmışçasına muamele gördüğünü ve öldüğünü izledik, izliyoruz.

“NORMALLER” VE “DİĞERLERİ”

Dünyada, bilhassa “batı” olarak adlandırılan ve coğrafi özelliklerden çok belli bir zihniyetin cumhurunu kapsayan dünyada bu gibi bir yabancılaşma sanayileşme ve ardından gelen buhranlarda ortaya çıkmış ve sol düşüncenin merkezi söylemlerinden biri olmuş ve birçok insanı etkilemiştir. Fakat bu yabancılaşma ve yabancılaştırma süreci sanayi devrimi ve ardında maalesef bir hatıra olarak kalmamıştır. Günümüze kadar çeşitli insan ve grupları ötekileştirme süratinde devam etmiştir. Ünlü sosyolog Zygmuns Bauman bunu “normal” olanların ortaya koyduğu ölçeklerle “diğerleri” olanları damgalaması ve onların normal insan olma kabiliyetini ve nihayetinde hatta “insanlıktan çıkmışlık” ile yaftalamaları olarak özetler.

“YABANCI OLMA” HÂLİNE SARILMAK

Bu sayede o topluma ait olmak isteyen damgalanmışların, tüm kalplerinden bunu isteseler dahi reddedilmeleri, dışlanmaları hatta sürgün edilmeleri görülür. Böyle bir ötekileştirmeye maruz kalan insana ise sadece üç şekilde reaksiyon gösterme imkânı kalır: Söylemleri kabul edilir ve bu da aşağılık hissi, depresyon vb. gibi durumları doğurur. Söylemler kabul edilmez ve damgalamaya çalışan toplum ve söyledikleri tamamen reddedilir ve bu tutum sonunda eninde sonunda dışlayan topluma sırt dönerek sonuçlanır. Sonuncu seçenek ise ikisinin ortasında bir tutumdur: Söylemlerin ve damgalanmaların farkında olan insan, toplumun beklentilerini yerine getirememeyi umursamaz, kendi “yabancı olma” hâline sarılır ve bunun üzerine inşa ettiği kişilik, inancı tarafından korunur. Kendi insan oluşundan şüphe etmez.

Fakat biz burada toplumumuzun yetiştirdiği nadide düşünce insanlarından olan Cemil Meriç’in “Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz, ideolojilere ve kelimelere” hatırlattığı söyleme dayanıp kendimizi sosyolojik kavramların ve ideolojilerin içinde boğulmaktan sıyırıyoruz.

Gençlik | 6 Kasım 2023 “Müslümanların Sesini Duymuyorlar” 6 Kasım 2023

SORMAK İSTEMEDİĞİMİZ SORULAR…“BEN NEREYE AİTİM?”

Son zamanlarda tekrar gündeme gelen ırkçı, yabancı ve Müslüman düşmanı söylem ve icraatların hepimizin içinde bir şeyler oynattığı aşikâr. Kimimiz hafif sarsılırken bu kişilik depremlerinde, kimimizin üzerine çığ düştü. Beklediğimiz ve alışık olduğumuz aşırı ırkçı kesimin dışında kendini “norm” ve “normal” olarak her kesime hitap etmesi gereken kitlenin de ilk andığımız grubu âdeta taklit etmesi bize bilinçaltımıza ötelediğimiz ve 60-70 sene sonra artık sormak istemediğimiz soruları tekrar sordurtmaya başladı: “Ben nereye aitim?”, “Bir şey olsa gidecek yerim var mı?”, “Gitmemi gerçekten isterler mi?”, “Her şey daha mı kötüye gidiyor? /gidecek?”.

“KARANLIK SADECE IŞIKTAN YOKSUNLUKTUR”

Kafamızda esen bu soruların bizi yormasına müsaade etmek istemiyorsak yapmamız gereken en elzem iki şey var: Bunlardan birincisi kendi ilahi gündemimizi oluşturmak? İkincisi ise karanlığın sadece ışıktan yoksunluk olduğunu unutmadan durmadan iyilik için çalışmak. İkincisini yapabilmek durmadan vazgeçmeden iyiliği yapıp, emredip, kötülükten alı koymak için gereken gücü, içi bitmek tükenmek bilmez bir kaynak olan inancımızda yani, oluşturduğumuz ilahi gündemimizde bulabiliriz.

ASHAB-I KEHF ÖRNEĞİ

Kur’ân-ı Kerîm’de ise en güzel bulunduğun topluma yabancılaşma örneğini Ashab-ı Kehf’de bulabiliriz. Topluma gücü yetmeyen, azınlık bir topluluk. “O gençler mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!’ demişlerdi.”[1]ayeti onların sıkışmışlığını çok güzel bir şekilde özetliyor aslında.

Peki bu yabancılaşma sürecinde biz Ashab-ı Kehf’den ne öğrenebiliriz? Bir mucize bekleyip mağaraya sığınma imkânımız olmadığı malum. Belki de bir müddet kendimizi geri çekip Mevla’ya sığınmak, “tam kuvvet ve metanet”[2] verdiklerinden olmayı ümit etmek ve Allah’ın hikmeti ile onların uyurken dahi hareket hâlinde olduklarını hatırlayıp daima kendi eksenimizde harekette olarak bu süreci atlatmaya çalışabilir ve nihayetinde aktif bir sabır ile bu zor günleri de kendi ruh dünyamıza yabancılaşmadan atlatabiliriz. İnşallah.

 

[1] Kehf suresi, 18:10.

[2] Kehf suresi, 18:14.