Tarih Tekerrürden İbaret Midir?
- HAYAT
- 13 Eylül 2023
“Tarih tekerrürden ibarettir.” ifadesi aslında tarih felsefesine ait olmasına rağmen halk tarafından en çok bilinen ve kullanılan ifadelerden biridir. Özellikle olumsuz neticelenen olayları ifade etmek ve yaşananın yaşanması beklenen olduğunu vurgulamak için kullanılır. Aslında tarih tekerrür ediyorsa bu ibare olumlu veya olumsuz her bir fiil ve hadise için geçerli olmalı.
“GEÇMİŞ GERÇEKTEN GEÇMİŞ MİDİR?”
Tarih sadece geçmiş olarak kabul edilirse “Geçen geçmiştir hâlimize bakalım ya da geleceğe bakalım.” gibi cümleler kurulabilir. Ama yaşananlar geçmişi değerli kılmaz mı? Hiç mi hatırı yok yaşananların? Geçenler geçti demek mantık olarak doğru bile gelse aslında geçmiş tümüyle gerçekten de geçmiş midir?
Tarihin ne olup ne olmadığını konuşurken şayet bugünkü günü de gelecek günleri de tarihin bir parçası olduğu kabul edersek o vakitte dün, bugün ve yarın aslında aynı şey olmuş olmaz mı? Şunu tartışmak ya da daha anlamlı kılmak için soruyorum bu soruları: Tarih dediğimiz şey sadece geçmiş günümüzü, yani dünümüzü mü yoksa dün, bugün ve yarın ile birlikte zamanın tamamını mı ifade ediyor?
İLERLEMECİ VE DÖNGÜSEL TARİH ANLAYIŞI
Hayata ilerlemeci materyalist bir gözlükten bakanlar için tarih doğrusal olarak, sonraki gününün öncekinden daha iyiye evrildiği bir süreç olarak devam etmektedir.
Tarihin tekerrür etmekte olduğunu söyleyenler ise tarihin hem öznesi hem de nesnesi olarak insanın ve insan davranışlarının, tüm diğer varlıklar gibi, belli yasalara bağlı olduğunu ve bu yasaların keşfi ile insan davranışlarının da öngörülebileceğini ileri sürerler.
DÖNGÜSEL TARİH ANLAYIŞI
Bu düşünce, hatta üzerinde fikir yürüttüğümüz bu ifade, İbn-i Haldun’da karşımıza çıkmaktadır. İbn-i Haldûn devleti canlı bir organizma gibi tasavvur eder ve devletin de tüm diğer canlılar gibi doğup (kurulup), büyüyüp, gelişip yıkılacağını ve yerine başka bir devletin kurulacağını ileri sürer. Bu süreci detaylı şekilde örneklendirirken de insan davranışlarına dikkat çeker.
İBN-İ HALDÛN’UN DEVLET ANLAYIŞI
Devletin kuruluş aşamasında kurucular asabiyet bağı ile birbirlerine bağlı, mobil (göçebe) ve savaşçı bir topluluktur. Bu topluluk ilk aşamada, ki buna İbn-i Haldûn “zafer aşaması” der, rakiplerini yenerek hâkimiyeti ele geçirir. Fakat göçebe toplum henüz bir devlet değildir. Devlet teşkilatlanmasını oluşturmak için yerleşik bir düzenin kurulması gerekmektedir.
Bir sonraki aşama “istibdat” dönemidir. Bu aşamada hükümdar yönetimin dizginleri tamamen kendi eline almıştır. Burada artık kurum ve kurallarıyla bir devlet vardır.
İktidar iyice pekişmiş ve üçüncü aşama olan ve “ferağ” adı verilen devrede ise artık iktidarın nimetlerinden yararlanılmaya başlanmıştır. Bu dönem nispi barış dönemidir ve gösteriş, şatafat artmış; ilimler, sanatlar gelişmeye başlamıştır.
Dördüncü dönem “müsalemet”, huzur ve barış, devresidir. Bu dönemde kurucu düşünce unutulmuş, eskilerin savaş ve mücadele ruhu kıymetini kaybetmiş hatta küçük görülmeye başlanmıştır.
Beşinci dönem ise “israf” çağıdır. Artık her alanda aleni yozlaşmalar ortaya çıkmış, zevk ve sefa hayatın gayesi olmuş, israf artmış, liyakatsizlik liyakat olmuştur. Bu zevk düşkünlüğünün neticesinde devlet asabiyet bağı güçlü, savaşçı başka toplulukların hedefi hâline gelip ortadan kaldırılır.
İşte İbn-i Haldûn bu davranış kalıplarının döngüsel olarak sürekli bu şekilde devam etmekte olduğunu ileri sürerek güç ve iktidarların değişimini açıklamaya çalışır.
MUTLAK TEKERRÜR MÜMKÜN MÜ?
Tarihi doğrusal ve ilerlemeci olarak görenler de tarihin tekerrür ettiğini söyleyenler de geçmişi ve tarihi oluşturan yer, zaman, mekân, olay ve insan faktörlerini göz ardı etmiyorlar. Sadece farklı bakıp farklı yorumluyorlar. Her bir yeni vakanın önceki vakalar ile birebir aynı olduğunu kimse iddia etmiyor.
TARİHİN ÖZNESİ KİM?
Ama tarihin öznesi kim? İnsan mı, Tanrı mı (Allah mı) ya da her ikisi de mi? Olayların kaderle bağlantısı yok mu? Ya da insan tarihin öznesi mi yoksa nesnesi mi?
İnsanı sadece nesne olarak gören yaklaşımlar da var. Tabiat nasıl ki belli kanunlar ile üst bir akıl veya güç, ya da Allah tarafından idare ediliyorsa insanlar da bağlı oldukları kaderlerini yaşıyorlar.
Tarihin yapıcısı olarak insanı görenler de dışarıdan bir etki ya da tasarruf olmadan her şeyin insan aklı ve davranışlarının bir sonucu olarak izah ediyorlar.
KUR’AN AYETLERİNDEN ANLADIKLARIM
Kur’ân-ı Kerîm’de eski kavimlerin kıssaları geniş bir yer tutmaktadır. Bu kıssaların anlatılmasında “akıl ve basiret sahipleri” için ibretler olduğu vurgulanmaktadır. Tefekkür edip düşünen; bakıp algılayıp anlayıp anlamlandıran kişilerin bu kıssalardan istifade edeceği ve kıssalarda anlatılan olumsuzluklardan kendilerini dünya ve ahirette koruyacakları haber verilmektedir. Öyleyse yaşanan hayatlar eskilerin hikâyeleri olmaktan öte anlam ifade etmektedir. Yine Kur’an akıl ve basiret sahibi inananların bu kıssalardaki ibreti fark edeceklerini, anlayacaklarını ve istifade edeceklerini de ifade etmektedir.
Burada “ibret” kavramına da değinmekte fayda vardır. İbret deyince biz ne anlamalıyız? Bir internet sitesinden alıntıladığım kavram açıklaması şöyle, Türkçede “Bu bana/sana ibret olsun.” dediğinizde, “Karşınızda çok kötü bir şey vardır ve ondan gerekli mesajları almak lazımdır” şeklinde anlaşılır. Ama Arapçada bir şeyden ibret almak için onun ille de kötü olması gerekmez. Çünkü ibret: “Görünenden görünmeyene geçmek, nesnelerin ve olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp doğru sonuçlar çıkarmak ve buna göre davranmak” anlamlarına gelir. İşte Kur’an, tarihi tam da bunun için bize anlatır. Yani her şeyi ile ibret almak, ders çıkarmak, güzel ve doğru işleri örnek almak, çirkin ve yanlış şeylere düşmemek, geçmişi iyice anlayıp bugünü imar, yarını inşa etmeye gayret etmek.”
Öyleyse eskilerin yaşadıklarına akıl ve basiret gözlüğü ile bakıp hikmetle yaklaşıp yukarıdaki tanımda ifade edildiği şekilde ibret almak gerekmektedir. Bu durum insanlığın ortak hafızasından istifade etmek, bulunduğu zaman ve mekânı anlamlandırmak ve geleceği doğru bir şekilde kurgulayabilmek adına son derece önemlidir.
AMA KUR’AN DİYOR Kİ..!
Okuyucunun zihninde şöyle bir soru da oluşabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de yüce Allah, “Sizden öncekiler farklı! Siz farklı bir ümmetsiniz.” buyurmuyor mu? Bizi eskilerden ve eski yaşanmışlıklardan ayırmıyor mu? Kur’an’ın “Onlar başka ümmet siz başka ümmetsiniz.” ifadesi bizi öncekilerden koparan değil; bizimle öncekilerin hata ve yanlışları arasına set çeken ve bizi bundan koruyan bir ifadedir. “Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden” uyarısı da insanın imtihanında süreklilik ve benzerliklerin bulunduğunun açık vurgusudur. Olaylar bire bir tekrar etmese de içerisinde takva ve fücuru birlikte barındıran insanın davranışları, ataları ile benzeşmekte ve tarihin oluşturduğu zihniyet ile bu ataların insan üzerindeki etkisi güçlü bir şekilde hissedilmektedir.
Peygamberlerin tevhid çağrısına “Biz atalarımızdan babalarımızdan gördüğümüze inanırız.” şeklinde cevap veren topluluk düşünce ve davranışlarımızı alışkanlıklar ve toplumsal zihniyetin nasıl belirlediğine güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Hülasa şunu diyebilirim ki, tarihe tümüyle insan ürünü ve ilerlemeci ya da determinist bir tekrar olarak bakmıyorum. Tarihin tek irade sahibi özne ve nesnesi olan insanın doğasına, geçmişinden izler taşıdığına, toplumsal hafıza ile şekillendiğine, içinde taşıdığı takva ve fücurun Âdem’den kıyamete devam edecek ortak bir öz olduğuna inancım tarihi olayların belli boyutlarda tekrar edeceğine beni ikna ediyor. Siz ne diyorsunuz? Sizce tarih tekerrür ediyor mu?