“Sünnet, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Tabiat Hâline Getirdiği Yaşam Biçimidir”
- Sürmanşet 2TOPLUM
- 24 Mayıs 2020
Son yıllarda sünnetin değersizleştirilmesi gibi bir eğilim oluşmaya başladı. İlim adına Peygamber Efendimizin sünnetine laf edilmeye başlandı. Murat hocam, önce, sünnet dediğimizde ne anlamamız gerektiğinden başlayalım.
Sünnet, Efendimiz (s.a.v.)’in izlediği yol, tabiat hâline getirdiği, hayat tarzı, yaşam biçimi, dünya ve ahiret tasavvurudur. Yani sünnet, hadislerde ifadesini bulan Muhammedî yol, yöntemdir. O’nun davranış, hareket, söz ve her hangi bir konuyu onaylaması veya sükût ederek onayladığı şeylerdir.
Allah bize iki emanet gönderdi. Biri Kur’an-ı Kerim. İkincisi ise risaletle görevlendirip seçtiği Muhammed Mustafa (s.a.v.). Kur’an bazen Cebrail aleyhissselamın aracılığı ile bazen de Efendimizin kalbine ilham edilmek suretiyle indirilmiş ve bize öyle tebliğ edilmiş. Kuran ile Efendimizin ilişkisine baktığımızda Peygamberimize 3 görev verildiğini görüyoruz. Bunlardan birisi tebliğ, ikincisi tebyin üçüncüsü ise tatbiktir. Tebliğ, Allah’tan aldığı ayetleri insanlara ulaştırmasıdır. Tebyin ise o ayetleri insanların sahih, Allah’ın muradına uygun bir şekilde alabilecekleri ve anlayabilecekleri şekilde izahtır.
Nitekim Nahl suresi ayet 44’te Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve ola ki, düşünüp anlarlar diye sana da bu Zikr’i (Kur’ân’ı) indirdik.”
Üçüncü görevi ise uygulama, tatbik suretiyle Allah’ın ayetlerinin nasıl uygulanması gerektiğini göstermesidir. Nitekim namaz kılmak, haccetmek, zekat vermek bunların nasıl olacağı, nasıl tatbik edileceği Peygamber Efendimiz tarafından hem tebliğ, hem tebyin hem de tatbik edilmiştir.
SÜNNET KUR’AN’IN AÇIKLANMASIDIR!
Deniliyor ki, “Kurana rakip bir şey olamaz!” Böylece Sünnet, sanki Kur’an’a rakipmiş gibi algılanıyor!
Maalesef! Nasıl ki kanunlar anayasalara aykırı olamazsa, sünnet de Kur’an’a aykırı ve asla rakip değildir. Zira sünnet, zaten Kur’an’ın açıklanmasıdır. Sünnet, Kur’anla çelişmediği gibi tam tersine Kur’an-ı nasıl anlayacağımızın anahtarıdır.
Sünnet muhalifleri, uyduruk hadisleri, zayıfları gündeme getirerek, sünnetin dinde itibar edilemeyeceğini öne sürüyorlar.
Bu tabii ki büyük bir muğalata! Bu konuyu cüzden alarak tümün töhmet altında bırakılmasıdır. Amerika’da Furkan isimli Kur’an görüntülü bir kitap uydurdular. Böyle bir saçmalık var diye biz Kur’anla şimdi aramıza mesafe mi koyacağız? Tam tersine Kur’an’a daha çok sarılacağız. Hadisler içerisinde uydurma ve zayıf hadisler olduğunu zaten bütün alimler tesbit etmiştir. Tarihte hiç bir zaman “Uydurulmuş hadis yoktur.” da denilmemiştir. Burada şu ayeti de dikkatinize sunmak istiyorum. Nisâ sûresi 65. ayet bu: “Hayır, rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
Bu ayeti kerimede 3 mesaj var. 1. Kur’an’da hakkında olmayan hüküm konularda Peygambere baş vuracağız. 2. Ona, gönül hoşluğu ile uyacağız, onun bu konudaki söylediklerini eğmeden bükmeden, gönül hoşluğu il kabul edeceğiz. 3. Efendimizin emirlerine tam teslim olacağız.
ALLAH RASÛLÜ VAHİYLE KONUŞUR!
Sünnet muhalifleri “Hüküm koymada Allah’ın rakibi olmaz.” diyerek sünnete karşı çıkıyor.
Necm sûresinde Peygamber Efendimizin konuştuğu zaman keni hevâsından konuşmadığına vurgu yapılır. Denilir ki: “O, kedi arzusu ile konuşmaz. konuştukları ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” denilmektedir. Bunun için, bu tür iddialar boş iddialardır.
Tartışmada şöyle bir şey de geçiyor: “Kur’an bizzat Allah tarafından korunmuştur. Sünnet korunmamıştır. Aslında korunmasına gerek yoktur.” Buna ilaveten hadislerin 200-300 sene sonra yazılmış, sonradan yazılmaları sebebiyle sünnetin korunmuşluğu diye bir şey söz konusu değildir.’ gibi şeyler söyleniyor!?
Kur’an’ın açıklanma vazifesi sünnetindir. Kur’an’ı açıklayan sünnetin de korunması gerekir ki, Kur’an korunsun. Allah şüphesiz Allah’ın elçisi idi. Bazen bazı sorularda susar cevap vermez, vahyi beklerdi. Özellikle birinci yüzyılda ashab Kur’an ile hadislerin birbirine karışmaması için çok titiz bir gayret göstermiştir. Aynı zamanda Efendimizin sünnetinin kaybolmaması için de aynı gayreti göstermişlerdir.
Peygamber Efendimize sallallahu aleyhi vesellem demeyi, O’nun bir kul olması sebebiyle O’na karşı bir yardakçılık olarak değerlendirilmesini bir Müslüman olarak gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?
Bunlar bir hastalık işaretidir. Kur’an-ı açıp baksalar, Ahzâb sûresinin 55 ve 56. ayetlerinde şöyle buyurulur: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin. Elbette ki, Allah ve Rasûlünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.”
Bu dünyada bile kendilerine hitap ederken saygı gösterilmesini isteyenler söz konusu Peygamberimiz olunca böyle düşünüyorsa hasta değil de nedir?
SÜNNET, KUR’AN EKSİK OLDUĞU İÇİN DEĞİL, BİZİM KENDİ YETERSİZLİĞİMİZDEN DOLAYI VARDIR
Sünnet itirazcıları diyor ki: “Kur’an bize yetmez mi? Kur’an eksik mi? Kur’an anlaşılamaz mı? Yeterince açık değil mi” de biz bunun yanında ikinci bir kaynağı arıyoruz.
Sünneti önemseyenler hiç bir zaman böyle düşünmezler. Kur’an’ın ahkamına bizi en güzel şekilde ulaştıracak yol sünnettir. Peygamberin varlığı, bizim içindir. Bizim Kur’an’ı en doğru anlamamız için vardır. Kur’an eksik olduğu için değil. Çünkü Kur’an’ı anlamamız için Rabbimiz tarafından seçilen Efendimizdir. Kuran’ı anlamada bizim kendi yetersizliğimizdir. Onun için kimse kendi eksikliğinden dolayı Kur’an’ı açıklayan sünnete karşı çıkmak anlaşılabilir bir şey değildir.