Sultan Sofrası ve Sivil Alan

Sultan Sofrası ve Sivil Alan

Dinî ilimler, Gazzâlî öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılmış ve milat olarak kabul edilmiştir.  Hüccetülislam, yani “İslam’ın delili” ünvanıyla anılmıştır. Nizamiye medreseleri baş müderrisliği (Rektörlük) makamını ve itibarlı mevkisini bırakıp, on senelik bir inziva dönemi yaşamıştır. Kudüs, yapmış olduğu seyahatlerde uğradığı duraklardan birisidir. Hz. İbrâhim’in mezarı başında, şu üç sözü vermiştir.

  1. Hiçbir sultanın yanına gitmeyeceğim ve sofrasına oturmayacağım.
  2. Hiçbir sultandan en ufak bir hediye dahi kabul etmeyeceğim.
  3. Taassup ve münazarayı (cedeli) terk edeceğim.

Ve geri kalan ömründe, bu ahdine sadık kalır. Israrlı teklifleri geri çevirir ve memleketine geri dönerek, açtığı dergâhta gönül sohbetleri verir. Zikir ve ibadetle meşgul olur. Ardında bıraktığı eserlerle hem avam ve havas hem de hâssü’l-havâs seviyesindeki Müslümanların din anlayışını, bin yıl boyunca etkilemiştir.

Sultanın sofrasına oturmamayı, bugünkü siyasal ve sosyal şartlarda nasıl anlayabiliriz?

İslami cemaat ve vakıfların, devlete karşı mesafeli durması gerekmektedir. Devlet imkânlarıyla, toplumsal bağlamdaki ahlaki değişim ve dönüşüm mümkün değildir. Mümkün olsa dahi, sağlıklı değildir. Tarih, devlet zoruyla oluşturulmaya çalışılan din ve ideolojik anlayışların, halk kitlelerinde karşılık bulmadığının örnekleriyle doludur. Resmî din ve ideolojiler, halkların açık ve gizli tepkileriyle karşılaşmıştır.

Metazori ve zecri tedbirler ile halk, yüksek bir ahlaki seviyeye eriştirilemez. Cebri önlemler, şekilci ve gösterişçi dindarlığa sebebiyet verir. Riyakâr bireyler ortaya çıkarır. Dinin, devlet idarecileri eliyle oyuncak edilmesine ve kitleleri uyuşturan bir mefhuma dönüştürülmesine alet olunmamalıdır. Kalplere huzur vermesi için indirilen din, günü birlik siyaset ve kişisel çıkarlar için araç kılınmamalıdır.

Kamusal ve sivil alanların ayrıştığı çağımızda, İslami hizmeti gaye edinen kişi ve kuruluşlar, sivil alanda hizmete talip olmaları gerekmektedir. Gönüllere hitap edecek ve sadra şifa olacak projeler geliştirilmelidir. Kamusal alanda hedeflenen ahlakiliğin, halkın manevi kalkınması ile mümkün olduğu unutulmamalıdır. Güçlü bir toplumun, manevi gelişimini önemseyen bireylerden teşekkül edeceği akıldan çıkarılmamalıdır. İyiyi, güzeli ve doğruyu hayatlarına hâkim kılan halklar, hak ettikleri iyi, güzel ve doğru yönetimlere kavuşacaklardır.

Allah, bizleri “heva ve hevesini din edinenlerden” eylemesin. İmam-ı Gazzâlî başta olmak üzere, ilmin izzet ve şerefini koruyan alimlere selam olsun.