“Selefîler, Yüzeysel Bir  Zihniyeti Temsil Ediyor!”

“Selefîler, Yüzeysel Bir Zihniyeti Temsil Ediyor!”

Selefî kavramını biraz açıklar mısınız? Bu kavramı kendileri mi seçmiştir yoksa başkaları mı onlara bu adı yakıştırmıştır?

Selefî kavramının belirli bir grup veya bireyler için kullanılmaya başlanması yeni bir durumdur. Kelime olarak selefe tabi olan anlamındadır. Selef ise sahabe, tâbiîn ve etbauttâbiîn olarak bilinen Müslümanların ilk üç neslidir. Vahyin ve sünnetin sonraki Müslüman kuşaklara aktarılmasında önemli bir konuma sahip olan bu ilk nesiller tüm Müslümanlar tarafından saygıyla karşılanır. Ancak bu ilk üç kuşağın yaşamış olduğu dindarlık biçimlerini belirgin bir şekle ve kalıba indirgeyerek İslam’ın yegâne yoluymuş gibi tüm Müslümanlara dayatmak yüzeysel bir zihniyetin ürünüdür. İşte son dönemlerde bu yüzeysel zihniyetin temsilciliğini yapanlar genellikle Selefîler olmuştur.

Selefî olarak adlandırılan yapıların büyük bir çoğunluğu kendisini Selefî olarak isimlendirir. Bununla birlikte son yıllarda Selefî grupların, kendilerini “Ehl-i sünne ve’l-cemaa” olarak isimlendirmeyi tercih ettiklerini görüyoruz. Selefî ve Selefîlik kavramlarının şiddet, terör ve radikalizm gibi bazı hususlarla anılır olması böylesi bir isim değişikliğini zorunlu kılmıştır. 11 Eylül olaylarından sonra da özellikle Selefî ve Selefîlik kavramları şiddet ve terörle birlikte anılır oldu ve bu söylem daha çok dış bir isimlendirme yani onlara başkaları tarafından verilen bir isim hâline geldi.

Selefîler denebilecek homojen bir gurup var mıdır? Kendi içlerinde nasıl bir ayrım söz konusudur?

Selefî gruplar ilk üç nesle tabi olma konusunda birbirleriyle benzer bir zihniyet dünyasına sahiptir. Ama homojen bir kitle değillerdir. Selefî yapıları bireysel ve toplumsal faaliyetlerde başvurdukları yöntem bakımından üç gruba ayırmamız mümkündür.

1) Davet ve tebliğ eksenli Selefî gruplar dinî anlayış ve yaşayış biçimlerini başkalarına tebliğ etmekle yetinirler, sosyal ve siyasal hadiseler karşısında genelde pasif bir tutum sergilerler. Bunlara “apolitik Selefîlik” de diyebiliriz.

2) İkinci grupta yer alan Selefî hareketler ise öngördükleri toplumsal değişimi sağlamak için legal olan her türlü sosyal, kültürel ve siyasal faaliyette bulunurlar. Dernek, vakıf, sendika ve parti faaliyetlerine katılım sağlarlar. Bu yapıları “ıslahatçı Selefîlik” olarak isimlendirebiliriz. Bu iki grupta yer alan Selefîler her türlü şiddeti kategorik olarak reddederler.

3) Üçüncü grup ise şiddet ve terörü bir yöntem olarak benimseyen ve uygulayan yapılardır ki bunların oluşum biçimleri “legal cemaat” olmaktan daha çok “gizli örgüt” şeklindedir. Bu grup her ne kadar kendisini “cihadî Selefîlik” olarak tanımlıyorsa da bu tanımlamayı doğru bulmuyorum. Ancak özellikle de küresel medya bu tanımlamayı çok sevdi ve bunun üzerinden her gün onlarca “arkası yarın” türü profesyonel yapımlara imza atmaktadır.

Selefîlik ve Selefîler ile alakalı tartışmalar sebebiyle İslam ve şiddet, hatta terör birbiriyle anılır duruma geldi. Bu bağlamda, başta “selef” ve “cihat” kavramları, hatta “tekbir” olmak üzere İslam’ın çok önemli dinamikleri ve kavramları üzerinde oluşan bu tahripkâr algı hakkında ne söylemek istersiniz?

Tüm Müslümanlar tarafından olumlu bir içerikle kullanılan “selef”, “cihat” ve “tekbir” gibi kavramların gerçek ve sahih muhtevaları açısından itibarsızlaştırılmasından biz kendimiz sorumluyuz. Tüm dünyada zaman zaman şiddet ve terör olayları oluyor. Terör ve şiddete başvuran zihniyet kendisi için meşrulaştırıcı argüman arıyor ve bunu da herhangi bir ideolojiyle ifade edebiliyor. Dolayısıyla herhangi bir şiddet veya terör eylemini herhangi bir din veya etnik kökenle özdeşleştirmek iyi niyetli bir okuma değildir.

Kendi kavramlarını deruni anlamlarından soyutlayarak güncel tartışmaların içine çekip kirletmek veya siyasi ve ticari rant devşirme aracı hâline getirmek sözünü ettiğiniz bu tahripkâr algıyı oluşturan ve canlı tutan menfi hareketlerdir. Kendi dinimizin samimi, içten, hesapsız, hasbi, diğerkâm bir mümini olmadığımız sürece bizim için çok önemli anlamları haiz kavramlarımızın itibarsızlaştırılmasına elverişli bir zemin hazırlamış oluruz. Bu kavramlar hakkındaki olumsuz algının bertaraf edilmesi için ilk adımı biz atmalıyız.

“Selefîlik bir mezhep değil zihniyettir.” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

İslam’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında hem itikadi hem de fıkhî alanda birçok mezhep ve ekol ortaya çıkmıştır. Selefîlik mezhepler gibi kendine özgü bir metodoloji geliştirmiş bir yapı değildir. Bu zihniyeti tek bir ekole bağlamak da doğru değildir. Mesela Sünni ekoller içinde Selefîlik zihniyeti olduğu gibi Şiî ekoller içinde de Selefîlik zihniyeti vardır. Şâfiî-Eş’arî çizgide yer alan veya Mâturîdî-Hanefî ekolüne mensup olduğu iddiasını taşıyıp da Selefî bir zihniyetle hareket eden birçok kimse vardır. Dinin itikadi, amelî veya ahlaki bir konusunda akletmeyi, fıkhetmeyi, içselleştirmeyi ve cehd etmeyi terk edip ayetleri, hadisleri veya herhangi bir rivayeti slogan gibi kullanıp “Allah böyle diyor.”, “Hz. Peygamber bunu buyuruyor.” veya “Falanca efendi, şeyh, imam şöyle söylüyor.” diyerek tahakkümcülük yapmak bir zihniyettir ve Selefîliktir. Kısaca her mezhebin, her tarikatın ve her cemaatin Selefîleri arasındaki sürtüşme ve kavga çoğunluk olan, ana bünyeyi temsil eden diğer Müslümanları rehin almış durumdadır.

“Tekfir” hususunda Selefîler içerisinde ortak bir kanaatten söz edebilir miyiz? Bu hususa dair Selefî camiadaki görüşlerden bahseder misiniz?

Tekfir hadisesi Selefîlere özgü bir şey değildir. İslam tarihindeki ilk tekfirciler tahkim olarak isimlendirilen olaydan sonra açık bir şekilde ortaya çıkan Hâriciler’dir. Günümüzde kendilerini Ehl-i sünnet olarak isimlendiren ve bunu mübalağalı bir şekilde dillendiren bazı çevreler de tekfirciliğe başvurmaktadır. Kendilerini Selefî olarak tanımlayan grupların tamamı tekfirci değildir. Tekfir konusunda en aşırı gidenler şiddet ve terörü bir yöntem olarak benimseyen örgütlerdir.

Benzer Haberler