Savaşlar Sadece İnsanları ve Şehirleri değil Çevreyi de Yok Ediyor
- MANŞETTOPLUM
- 4 Haziran 2022
Sera gazlarının azaltılması, iklim değişikliğinin önüne geçilmesi, biyolojik çeşitliliğin ve verimliliğin artırılması gibi amaçların gerçekleştirilmesi için 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün bu yılki teması Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “Tek bir dünya var” olarak belirlendi.
AA muhabirinin çevre örgütlerinin çalışmaları ve bilimsel araştırmalardan derlediği verilere göre şubat sonunda başlayan Rusya-Ukrayna savaşı çevreye on yıllarca onarılamayacak zararlar verdi.
Ukrayna’da Rus askerleri ve hava kuvvetlerinin kullandığı mühimmatlar yalnızca insan yaşamını ve kentleri değil doğayı da etkiliyor.
Bunların başında Rus güçlerinin saldırılarına maruz kalan enerji santralleri ve kimyasal üretim yapan fabrikalarda yaşanan sızıntılar geliyor. Martta Rus saldırılarına hedef olan Sumykhimprom kimyasal fabrikasından yaklaşık 2,5 kilometrekareyi etkileyen bir amonyak sızıntısı yaşandı.
Bu sızıntı sadece toprağın üstünü değil altını ve yer altı sularını da etkiliyor. Açık su kaynakları üzerinde tehlikeli bir köpük oluşumuna sebep olan amonyak, kirli havanın da habercisi.
Ülkenin Harkov şehrinde şubatın son günlerinde ise doğal gaz boru hattının vurulmasıyla büyük bir yangın çıktı. Aynı gün Vasylkiv’de de bir petrol deposu Rus güçlerinin gerçekleştirdiği atışlarla vuruldu.
İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nün (RUSI) raporuna göre Ukrayna’da 20’den fazla endüstriyel bölgede çevreye zarar veren sızıntılar kendini gösteriyor.
Ayrıca Ukrayna’da bulunan 15 nükleer santral de savaşın etkileriyle ikinci bir Çernobil faciasının yaşanması riskini taşımaya devam ediyor.
Askeri tesisler doğayı ve doğal yaşamı tehdit ediyor
Ukrayna’da doğanın risk altında kabul edildiği bölgelerin yüzde 44’ünde aktif savaş sürerken ülkenin güneyindeki Karadeniz Biyosfer Rezervi, 120 bin göçmen kuşun kışı geçirdiği bir bölge olarak öne çıkıyor.
Bölge nadir görülen ak kuyruklu kartal, tarakdiş ördeği, uzunbacak, kör köstebek ve şişe burunlu yunus gibi hayvanlar ile sayısız su canlısı ile bitkiye ev sahipliği yaparken çatışmalar ve askeri hareketlilik dünyanın genelinde geçmişte olduğu gibi bugün de doğayı tehdit etmeye devam ediyor.
RUSI’ye göre Avrupa bioçeşitliliğinin yüzde 35’ine ev sahipliği yapan Ukrayna’da süren savaş daha geniş bir alandaki bioçeşitliliği de tehdit ediyor. RUSI, savaşın dolaylı yoldan etkisinin yazın çıkacak orman yangınlarında ya da çıkan yangınların söndürülememesiyle görüleceğine de işaret ediyor.
İngiltere merkezli Çatışma ve Çevre Gözlemevi’nin araştırmasına göre, dünyadaki kara ve denizlerin yüzde 1 ila 6’sında askeri yerleşimler bulunuyor. Bu yerleşimler ve buralarda yapılan eğitimlerde enerji kaynakları, metaller ve su yoğun olarak kullanılırken askerlerin sürekli olarak hazır halde olmaları da yüksek miktarda karbondioksit üretiyor.
Askeri araçların, gemilerin ve uçakların hazır beklemesi nedeniyle yüksek enerji tüketilen askeri tesislerin karbondioksit üretimi birçok ülkenin toplamından daha fazla. Askeri tesisler bulundukları bölgelerde ise ürettikleri atık ve gürültü kirliliğiyle doğal yaşama zarar veriyor.
Doğaya büyük zarar veren savaşların arasında ise ABD’nin 10 yıl boyunca sadece insanlarla değil doğayla da savaştığı Vietnam Savaşı geliyor. Sık bitki örtüsünün bulunduğu ülkede Vietnamlı savaşçıların bu bölgelerde saklanmasını önlemek için operasyonlar düzenleyen ABD, bitkileri ve ağaçları kurutmak için kimyasal silahlar ve ilaçlar kullandı.
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi araştırmacısı Eleanor Jane Sterling, Martha Maud Hurley ve Le Duc Minh’in “Vietnam: Doğa tarihi” kitabında yer alan bilgilere göre, ABD ordusu, Vietnamlı Vietcong savaşçılarının saklandığı ormanlar ve kullandıkları tarım ürünlerini yok etmek için 1961-1971 yıllarında 20 milyon galon kimyasal ilaç kullandı.
ABD ordusunun askeri üs çevresi ve savaştığı bölgelerdeki bitki örtüsünü kaldırmak için kullandığı kimyasalların ardından doğa hala kendini onarabilmiş değil.
Bu kimyasal maddelerin etkisiyle ortaya çıkan Amerikan çimi adıyla da bilinen alang-alang otları, istilacı yapısıyla savaş öncesi ormanların ve tarım arazilerinin bulunduğu bölgelere zarar vermeye devam ediyor.
Ayrıca savaş sırasında kullanılan silahlar da ülkede 10 ile 15 milyon arasında kraterin oluşmasına yol açtı. Bu kimyasallar ve bombalar ülke doğal hayatında da genetiği değişmiş canlıların ortaya çıkmasına sebep oldu.
Atom bombasının etkisi 2 kilometrekarelik alana yayıldı
ABD’nin nükleer bomba attığı Japonya’da o günün etkileri bugün hala devam ediyor. Bombanın atıldığı anda ortaya çıkan 4 bin derece sıcaklık o gün tüm bitki ve doğal yaşamı yok etti.
Patlama sonrası ortaya çıkan enerji yaklaşık 2 kilometrekarelik bir alandaki tüm yapı, canlı ve tabiatı yakarken atmosfere yayılan nükleer partiküllerin etkisi bugün dahi bölgedeki sularda görülüyor.
Atom bombasının ortaya çıkardığı radyasyon, insan ve hayvanlarda genetik mutasyona sebep oluyor.
BM sözleşmeleri savaş tekniği olarak doğaya zarar vermeyi yasaklıyor
Birleşmiş Milletler (BM) kararları, doğanın insanlığın ortak değeri ve mirası olduğuna işaret ediyor. Doğanın sadece savaş döneminde değil, her dönemde korunması gerekiyor.
Özellikle savaş dönemlerinde hava araçlarının hedeflerini görebilmesi veya yerden yapılacak atışlarda uçakların görünmesini engellemek için bulutları dağıtan ya da yağmur bulutu oluşturan “bulut tohumlama” teknolojisi de bu kapsamda yasak.
Bu tarz kasıtlı hava durumu değiştirme işlemlerinin özellikle buzul göllerinde ve bazı memeli hayvanlarda olumsuz etki oluşturduğu Uluslararası Hava Modifikasyon Derneği çalışmalarında da yer aldı. Derneğin çalışmalarına göre bulut tohumlamada kullanılan gümüş iyodür maddesi, insanlarda ve memeli canlılarda geçici halsizlik ve bazı kalıcı rahatsızlıklara da yol açıyor.
BM Çevresel Modifikasyon Sözleşmesi de bir savaş tekniği olarak doğanın tahrip edilmesini yasaklıyor. Sözleşme, bitki ve ağaçları kurutmak için kullanılan herbisitlerin çatışmalarda kullanılmasını yasaklarken ABD’nin Vietnam’da kullandığı Ajan Portakal (Agent Orange) bugün hala insanlarda ve memelilerde kas ve kemik bozuklukları, doğumsal anomaliler gibi etkilerini gösteriyor. (aa)