Dindarlığın Hayattaki Tezahürü Olarak Ramazan Gelenekleri

Dindarlığın Hayattaki Tezahürü Olarak Ramazan Gelenekleri

Ahh şu eski zamanlarda şu şöyleydi bu böyleydi diye sitayiş ve hayıflanmak yok mu, beni hep kahreder. Madem ki bu kadar övgüyü hak ediyor, kendimizin yapamayışına da üzülüyoruz, o zaman geçmişin hikâyesini niye anlatıyoruz ki? Bu soruyu hep sorarım. Kendi kendime verdiğim cevaba bazen kendim de ikna olmazsam da, cevabın bizzat kendi kayıtsızlığımızdan kaynaklandığını düşünürüm.

Meselâ, şu ramazan geleneklerimiz. Belki bazen çocukluğumuzda bizler de aynı geleneklerin bir kısmına şahit olduk. Buna rağmen bugün o geleneklerimizi yaşatamıyorsak, suç geçmişin değildir elbette. Ama suçlu aramaya da gerek yok diye düşünüyorum. Hadi gel, asıl söylemek istediğin nedir, diyecek olursanız, geleyim…

Eskiden ramazan ayı bütün ayların sultanıydı. Hakikaten sultanlık şanına yakışır bir şekilde geçirilirdi. İnsanların hayatında dopdolu bir yeri vardı. Oruç, teravih, fitre gibi dinî vazifelerin yanı sıra bu vazifelerin toplumda tezahürünü ortaya koyan gelenekler de yaşatılırdı. Burada bir iki örneği vermekle yetineceğiz.

Meselâ bir “oruç vermek”, “oruç satmak” geleneği vardır. “Diş kirası” geleneği vardır. “Ramazaniye” ve “Ramazaniyelik”, “Ramazan Nükteleri ve Ramazan Manisi” geleneği vardır ki, iftariyelikleri de hatırlamadan olmaz.

ALINIP SATILAN ORUÇ

İftariyelikten ve ramazaniyeliklerden başlamak isterdim amma, önce, ailelerin oruçla mükellef olmayan küçük çocukları oruca alıştırmak gayesiyle uyguladığı geleneklere bakmayı tercih ettim. Hani oruç vermek, oruç satmak diye geleneklerimiz var(mış) dedik ya, orucun verilişi, satışı olur mu ki, demeyin. Var, olmuş ve güzel de olmuş(tu).

Şöyle ki: Evimizde, ailemizde ve belki de komşumuzda mutlaka küçücük sabiler vardır. Ve bu sabiler oruç tutmak için çırpınıp dururlar. Uyumaları gereken geceleri, sahura kalmak için can atarlar. Onlar da büyükleri gibi yemek ve içmekten uzak durmaya çalışırlar.

Lakin büyükleri bu miniklerin çabasını boşa çıkarmazlar. Ağabey, abla, dede, amca, dayı, teyze, hala, hatta, komşu amca ve teyzeler onlara tuttuğu her oruç karşılığında para dahil hediye verirdi. O minikler bazen “Tutmayacağım işte. Ohhh, su içtim işte” diye caka satsalar ve inat etseler de yine de büyüklerinden oruç siparişi alırlardı. İşte bu minikleri oruca alıştırmak için yapılan bu gayrete “oruç vermek” denilirdi. Merasimin asıl boyutu, oruç tutulduktan sonra iftar vaktinde olurdu. Orucunu tutan minikler, kim adına oruç tuttuysa iftarını o kimsenin yanında yapar, büyüklerin elini öperek hediyesini de alırdı.

Bu gelenek küçükleri oruca alıştırmak için güzel bir gelenekti. Amma o minikler bir başka hile yoluna daha baş vururlardı ki, ilk tuttukları orucu büyüklerine satarlardı. Öyle ki, bazen açık artırma usulü, bu ilk oruçlarının bedelini yükseltirler, ya da, birkaç kişiye birden satarlardı. İşte bu geleneğe de oruç satmak geleneği denilirdi. Çocuklar, böylece oruca, açlığa ve susuzluğa mecbur olmadıkları hâlde alışır ve ramazan ayının kadrini bilirlerdi.

İftariyelik ve ramazaniyeliklere geçmeden önce “diş kirası” geleneğine değinmek yerinde olacaktır. Bu ramazan geleneğine göre, zengin olan kimseler, evlerine davet ettiği fakir ve garibanlara teşekkür etmek ve onların duasını almak için altın ya da para verirlerdi. “Hoş geldiniz, ikramımı kabul ettiniz, dişleriniz yoruldu.” dercesine misafirlerine diş kirası öderlerdi. Bir zamanlar bu gelenek zengin misafirlere hediye verilmek gayesiyle sürdürülmüş, amma, Sultan 2. Abdülhamid devrinde bu gelenek sadece yoksul ve garibanlara uygulanmış.

Gelelim iftariyelik ile ramazaniyeliklere. İftariyelik, iftar açmak için, hurma, peynir, zeytin ve reçellerle pidelerden oluşur. Ramazaniyelik de, ramazan ayında yenilmek üzere alınan yiyeceklerdir.

Diyeceksiniz ki, o zaman, ramazan dışında alınan yiyeceklere de meselâ, recep ayında alınan yiyeceklere de recebiyelik denilir. Hayır öyle değil işte. Çünkü, ramazaniyelik ve duruma göre iftariyelikler genel olarak, bu ayın bereketinden istifade etmek niyetiyle, yoksulların, garibanların ve misafirlerin düşünülerek alındığı yiyeceklerdir. Ramazaniyeliklerin çok büyük bir bölümü yoksullar ve garibanlar içindir. Hasene’nin Ramazan Kumanya Kumanyası işte bu geleneğin bugün de devam ettirilmesi bakımından çok güzel bir çalışma örnekliği ortaya koymaktadır.

Ramazan kültürü bir de ramazan nükteleri diye gelenek oluşturmuştur. Bir nevi bugün fıkra dediğimiz şey bu. Buna bir misal vererek konumuzu noktalayalım:

Birkaç memur, bir ramazan günü, amirlerinin canını sıkmak gayesiyle, iftara yakın bir saatte aniden amirlerinin evinde iftar yapmaya karar vermişler. “Amirim, Allah’ın izniyle iftara sendeyiz, inşaallah!” demişler. Amir şaşırmış, amma “Yarın gelin!” de diyememiş. Evde sadece kendisi ile hanımına yemek varmış. Hemen eve koşup ne yapacağız diye sormak için “Hanım, bu iftara misafir baskını var” demiş. Hanım ise gayet sakin bir şekilde: “Üzülme efendi. Sen de top patlayınca: ‘Evvela namaz kılalım.’ de. Birinci rekâtta Yasin, ikincisinde Fetih suresini oku. Sen şu kapıyı açık bırak, pilavın yağını koyunca sesinden anlar, namazı bitirir, misafirleri buyur edersin” demiş. Ve böylece, memurlar amirlerinin canını sıkamadıkları gibi, müteşekkir ve dua ederek ayrılmışlar.