Radikalliğe Karşı Tedbir  Politikalarında Yeni Bir Sayfa mı?

Radikalliğe Karşı Tedbir Politikalarında Yeni Bir Sayfa mı?

Yaklaşık son 20 yıl içinde muhtelif yerlerde İslam bahane edilerek çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirildi. Bunun ardından ilgili devletler birbirinden farklı, yer yer anayasal hakları ihlal eden, Müslümanları  potansiyel tehdit, İslam’ı ise bu tehdidin ana kaynağı olarak gören tedbirler almaya başladı. Müslümanların kahir ekseriyetinin barışçıl bir hayat yaşıyor olmalarının bilinmesine  rağmen “Müslümanlar demokratik düzen için bir tehdittir” sorusunu ele alan araştırmaları gördük. Bir yandan “İslam Avrupa’nın bir parçası değildir” sloganlarını da duyduk diğer yandan her hafta camiye giden cuma cemaatine polis tarafından kimlik kontrolü uygulamalarına da şahit olduk. Bu atmosferden hareketle Müslümanlara ve onların kuruluşlarına yapılan saldırılara da tanıklık etmiş olduk.

2014 sonrası Avrupa’dan çok sayıda gencin IŞİD örgütüne katılması, radikalliğe karşı tedbir politikalarını tekrar gündeme getirdi. Bu gençleri terör örgütüne iten sebepler araştırılmadan radikalliğe karşı tedbir programları adı altında yer yer olumlu ve gerekli projelerin yanında, yine İslam dinini sorunun bir parçası olarak yansıtan programlar oluşturuldu.

Camiye düzenli giden gençlerin IŞİD propagandalarına kanmadıklarının bilinmesine rağmen camilerde gençlere yönelik tedbir programları düzenlendi, imamlar da bu programın kurslarından geçirildi. Hemen hemen her cami faaliyetine “radikalliğe karşı tedbir” gözüyle bakılır oldu camilerdeki sanat kursları, sohbetler,  futbol müsabakaları, gezilerin düzenlenmesi… hepsi birer  tedbir aracı olarak görüldü.  Dini yaşam ve faaliyetler din özgürlüğü konusu olmaktan çıkarılarak güvenlik konusu oldu. Oysaki dinî hizmetleri güvenlik politikaları içine hapsetmek onları maksadından uzaklaştırır, dinin kendisini güvenlik politikalarına araç hâline getirir.

Son 2-3 yıl içinde yapılan araştırmalarda dinin radikalleşme sürecinde oynadığı rol ile ilgili tespitler yer alıyor. Uzmanların tespitlerine göre gençleri radikalliğe götüren unsurlar arasında din değil, sosyal ve psikolojik sorunlar belirleyici. Bundan dolayı sorunun kaynak ortamları başka yerlerde aranmalı.

Umulur ki bu süreç, ideolojik tartışmalardan uzak, yeni sorunlar çıkarmadan ve hedefinden şaşmadan, geçmişten gerekli dersleri çıkararak hakiki sorun tanımlarıyla ve çözüm odaklı bir yol alır. Bu süreçte elbette camiler de üzerlerine düşeni yapacaklardır. Fakat bunu, camiye gelen kişileri potansiyel bir tehdit olarak görüp, onlara dinî içerikli tedbir projeleri uygulama zorunluluğunda olan yapılar olarak değil, soru, sorun ve ihtiyaçlarında onlara yardımcı olan toplumsal sorumluluk bilincine sahip aktörler olarak yapacaklardır.