“Özgürlük, Kulun, Yaratılmışın Boyunduruğu Altından Kurtulmasıdır”

“Özgürlük, Kulun, Yaratılmışın Boyunduruğu Altından Kurtulmasıdır”

Müslümanlar arasındaki sûfîler ne acayip insan ne acayip Müslümanlardır. Sufîleri acayip bulmamın sebebi, onların hâl, davranış, düşünce ve hayatlarının hakikaten de Arapçadaki acayip kelimesinin içerdiği tüm manaları eksiksiz kuşatıyor olmasından kaynaklanmadır. Yani benim onlara acayip demem ne yermedir ne de övme. Kendi anlayışıma göre yerdiğim de olur övdüğüm de. Tıpkı sizlerin benim hakkımda düşündükleriniz gibi. Ama tıynetim gereği, bana uymuyorlar diye hiçbir Müslüman hakkında su-i zanda bulunmam.

Ramazan ayına gireceğimiz şu günlerde, Rabbimize karşı ibadetlerimizde, duamızda, nazımız ve niyazımızla yalvarmalarımızda bir yoğunlaşma var. Bütün bunlara bizler kulluk icabı, kulluk vazifesi diyoruz. Yeri gelmişken, kulluk icabı demek, eh işte demek değildir. Kul olmamız sebebiyle Rabbimiz tarafından bizden istenen şekilde karşılık vermek demektir. Aynen davete icabet edildiği gibi.

İMAM KUŞEYRÎ ÂLİM, ZÂHİD BİR SÛFİDİR

Şimdi ramazan ayı gibi kulluğumuzu normal zamanlardan daha çok izhar etmeye başladığımız bir aydan söz açılmışken, benim çok çok acayip bulduğum mutasavvıflardan (sufîlerden) birisinin bir eserinden bahsedeceğim. Tasavvuf yolundan giden de gitmeyen de mutlaka bilir. Kısaca hepimizin İmam Kuşeyrî diye bildiği geçmiş dönemin âlim, zâhid ve sûfilerinden birisi var. O İmam Kuşeyrî kendi anlayışına göre bir tasavvufî hayatın nasıl olabileceğini izah ederken, sözü kulluk ve hürriyet üzerine çeker.

Burada bizim, sadece İmam Kuşeyrî diye bildiğimiz âlimimizin adından da bahsetmek gerekir ki, şöhreti asıl ismini saklamasın: Ebu’l-Kâsım Abdu’l-Kerîm B. Havâzîn B. Abdi’l-Melik B. Talhate’l-Kuşeyrî En-Nîşâbûrî. İsminin budar uzun olduğuna bakmayın anası-babası onu sadece Abdu’l-Kerîm diye çağırırlarmış. Burası işin latifesi olsa da benim gibilerin ibadet, ubudiyyet ve ubudet kelimelerinin hepsinin aynı manaya geldiğini zannedenler İmam Kuşeyrî’nin risalesini okuyunca kendisinin ne kadar da “sâf” olduğunu anlamakta hiç te zorlanmazlar.

İBADETT,  UBUDİYYET VE UBUDET

Der ki İmam Kuşeyrî, “Ben hocam Ebu Ali Dahhak’tan duydum: Ubudiyyet (kul olmaya çalışmak) ibadetten (kul gibi davranmak) daha tam bir hâldir. İbadet işin başıdır. Ubudiyyet bundan daha üstündür. Sonra da Ubudet (gerçek kul olma hâli) gelir.”

Yeri gelmişken bu cümlenin başında yer alan “Ben hocam Ebu Ali Dahhak’tan duydum.” cümlesinin öyle sıradan bir ifade olmadığını o eski dönem kitaplarında yer alan bu gibi ifadelerin, günümüzdeki akademik kaynak göstermeyle aynı, hatta daha kuvvetli olduğunu söylemek gerekir. “Hocam bize böyle öğretti. Ben de bunun böyle olduğuna inanıyorum ki, size de aktarmak benim vazifemdir.” manasına gelir.

Peki öyleyse İmam Kuşeyrî, bizim öz ve özet olarak “kulluk” dediğimiz şeyin tasavvuf ehlince manaları hakkında ne der öyleyse?

Der ki İmam Kuşeyrî, aslında yine hocasının söylediklerini aktarır burada: “İbadet müminlerden halka, ubudiyyet hâs kimselere, ubudet ise hâsların hâslarına aittir.”

Hımm!?? Eğer tasavvuf hakkındaki bilgimiz olmasa bu cümle bize de acayip gelebilir. Lakin İmam Kuşeyrî hocasından nakille şöyle izah eder: “İbadet mücâhede sahiplerinin; ubudiyyet, Allah yolunda eziyet çekenlerin; ubudet ise müşahede ehlinin sıfatıdır.”

UBUDİYET HAKK’A İTAAT ETMEKTİR

Şimdi burayı biraz açar İmam Kuşeyrî: “Kim nefsini Allah’tan sakınmazsa o kimse ibadet; kim Allah’a kalbi ile cimrilik etmezse, o kimse kulluk (Ubudiyet); ruhu ile O’na cimrilik etmezse o kimse de ubudet sahibidir. Denilir ki, ubudiyet Hakk’a itaat etmek ve senden sâdır olan ibadete kusurlu gözüyle bakmak ve senin övünülecek vasıflarından hasıl olan şeyi de Allah’ın takdirinden saymaktır. Denilir ki ubudiyet, takdir edilenlerden gözüken şeyde, seçmeyi terk etmektir. Ve denilir ki, ubudiyet kuvvet ve kudretten sıyrılmak; zenginlik ve lütuftan verileni ve yapılan iyiliği ikrar etmek, yani Allahtan olduğunu bilmendir. Denilir ki ubudiyet emredildiğin şeye sarılman ve men edildiğin şeyden ayrılmandır.”

İmam Kuşeyrî kulluğu (ibadet, ubudiyyet ve ubudet) bu şekilde anlatırken bir de bugün hepimizin diline pelesenk olan hürriyet/özgürlük hususuna da dikkat çekmektir. Kuşeyrî’nin özgürlüğü anlaması elbette ki, günümüzün özgürlük havarîlerinden çok farklıdır.

Özgürlük” der İmam Kuşeyrî: “Kulun, yaratılmışın boyunduruğu altından kurtulması ve varlıkların hükmünün onu tasallutu altına alamamasıdır. En doğru özgürlüğün alameti, kulun kalbinden eşyalar arasında bir ayırım yapma arzusunun ortadan kalkmasıdır. Böyle olunca da o kul için dünyadaki değerli değersiz her mal eşit olur.”

Sonra şu özeti koyar: “Hakiki özgürlük, ubudiyyetin (kul olmaya çalışmanın) kemâle ermesindedir. Allahu Tealâ’ya sadık bir kul olunca, başkalarına kulluktan kurtulur.” 

KİMSE KULLUK VAZİFESİ DÜŞER SANMASIN

Kuşeyrî’nin şu uyarısı ise tam da bugünümüze yapılmış bir uyarıdır: “Her kim, Allah’a hakikaten kul olduğunu sanıp, üzerinden mükellefiyet vazifesinin düştüğü, emir ve yasaklara riayet etmeye gerek kalmadığı bir zaman olabileceği vehmine kapılırsa, bu hâl dinden uzaklaşma hâlidir.”

Ramazan ayının kapıdan selâm verdiği şu günlerde, İmam Kuşeyrî’yi dinlemenin gönlümüze huzur vereceğini düşündüğüm için ondan bazı ifadeleri aktarmak istedim. Rabbim, rahmetiyle muamele etsin. Ramazan ayınız, ibadet, ubudiyyet ve ubudetiniz mübarek olsun.