Müminin 5 Vasfı
- HAYATSürmanşet 2
- 6 Haziran 2024
Bedir gazvesinde Müslümanların azınlıkta olmasına rağmen savaşta galip gelmeleri, ümitsizliğe düşen her Müslüman’ın Bedir gazvesinin okunması gerektiğini gösteriyor. Fakat bu galibiyetle sevinen Müslümanlar sonradan fikir ayrılığına varıyorlar. Bu tartışmanın nedeni ve surenin adı nedir?
Suremizin adı Enfâl. Enfâl, ganimetler demektir. Müslümanlar Bedir savaşında kendilerinden üç kat fazla olan düşmana galip geldiklerinde, orada elde ettikleri ganimetlerin paylaşımı konusunda anlaşmazlığa düşüyorlar. Hadis kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre, Bedir savaşında bir grup sahabe Efendimizi koruma amaçlı etrafında halka oluşturuyor. Bir grup sahabe savaş bozguna uğraması sonucu düşmanın arkasından gidiyor. Bir grup ise ganimetleri ele geçiriyor. Ganimetleri ele geçiren sahabeler bu ganimetlerin kendilerinin hakkı olduğunu savunuyor. Bu tartışmanın büyümesi sonucunda Enfâl suresi iniyor. Rabbimiz surenin 1. ayetinde “Ganimetler Allah ve Resulü’nündür” buyuruyor. Sonrasında ise sure tamamen Bedir savaşının safhalarını anlatıyor. Müminlerin böylesi anlaşmazlığa düşmemeleri gerektiğini, bu savaşın kazanılmasında bütünüyle Allah’ın ne kadar müminlere yardım ettiğini ve bu galibiyetin yegâne sahibi Allah’ın olduğu, elde edilen ganimetlerin taksiminde karar verme hakkı ancak Allah ve Resulüne ait olduğunu bildiriyor. Bu ayetin sonrasında gerçek müminlerin vasıflarını ve savaşta onlara Allah tarafından gelen yardımların safhalarından bahsediyor.
Müslümanlar bir galibiyet elde etmiş ganimetlerin taksimini beklerken Allah Teâlâ 2. ayette “Mümin o kimselerdir ki Allah’ın adı geçtiğinde yürekleri titrer.” diye bahsediyor. Rabbimiz burada neden malların taksiminden ziyade müminlerin tanımını yapıyor?
Allah ganimetlerin taksimi hakkında o aşamaya geçmeden önce, hiçbirinin aklında soru işareti kalmasın diye surenin 41. ayetine kadar gerçek müminlerin vasıflarını ve tanımını yaparak kararı geciktiriyor. Allah’ın hükümlerinin kıldan ince kılıçtan keskin olduğunu, bunun karşısında teslim olmalarını vurgulayarak savaşın her aşamalarında kendisinden nasıl yardımlar geldiğini ve gerçek müminin vasıflarını tarif ediyor. Nihayet ganimetlerin taksimi hakkında karara varıldığında artık sahabeler ikna olmuş bir halde “semina ve atana” yani “işittik, itaat ettik” diyerek karara razı oluyorlar.
Ayette teslimiyetin tarifi yapılırken, “Allah’ın adı geçtiğinde yürekleri titrer.” deniliyor. Bunu korku olarak mı algılamalıyız?
Kur’ân-ı Kerîm korkuyu birkaç kelime ile tarif eder. Havf, korku demektir. Hâşiyet, saygı ile karışık korku. Yani bu ayeti sadece korku ile sınırlayamayız. Üstün bir güce saygı ve huşu ile teslim olmaktır. Bunu şöyle de tarif edebiliriz: Sevdiğimiz birinin adını duyduğumuz heyecanımızın artması gibi, kalp ritmimizin değişmesi gibi. Bir askerin komutanı karşısında esasa geçip saygı duyması gibi. Gerçek mümin âlemlerin Rabbi olan Allah’ın adını duyduğunda saygıya geçiyor. Bu ayetin bizlere verdiği mesaj: Kalplerden geçen, her şeyi bilen Allah’ı hayatınızda hiçbir şeyle eş değer tutmayın. Allah’ın adı anıldığında kalbin titremesi kişideki imanın canlılığın göstergesi olarak bu ayette sunuluyor.
Ayetin devamında Cenâb-ı Hak müminleri tarif ederken beş vasıf belirtiliyor. Bunlardan biri de şu: “Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda bu onların imanını arttırır.” İslam düşünce tarihinde imanın artıp eksilmesi tartışılmıştır. Bu durumda misal olarak Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın imanı ile bizlerin imanı eş değer midir? Veyahut iman ya vardır ya da yok mudur, azalıp çoğalabilir mi?
İslam ilim ve kelam tarihinde imanın artma ve eksilme söz konusu olup olmayacağı tartışılmıştır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe imanın artıp eksilmeyeceğini söylemiş. Bu sözünü âlimler şu şekilde yorumluyor: Farazi örnek verirsek 100 tane husus var ise, her mümin bu 100 hususa inanmadıkça iman etmiş olamaz. Ebû Hanîfe’nin görüşü bağlamında müminin imanı ile Cebrâil (a.s)’ın imanı aynıdır. İmanın sayısında eksilme artma olmaz, ama imanın gücünde artma eksilme olabilir. Misal; güneşinde mumunda ışığı var fakat güneşin ışığı ile mumun ışığı asla kıyaslanamaz. Her ikisi de aydınlatır. Fakat güneş ışığı daha parlak ve sıcaktır. Bir insanın imanı kuvvetlenip zayıflayabilir. Bir kalpte imanın artması zıddı olan inkârın azalmasıdır. Yine inkârın çoğalması imanın azalması demektir. Onu sıkça anmak, zikretmek imanı kuvvetlendirir. İmanı artan müminlerin, Allah’ın ayetlerini işittiklerinde kalpleri titrer.
Sadece iman yeterli olmuyor. Amel boyutu da çok önemli. Rabbimiz 3. ayette kâmil müminleri tarif ederken onlar namazı özenle kılarlar buyuruyor. Namaz bize nasıl bir şey katıyor, namaz nasıl özenle kılınır?
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de namazdan bahsederken, namazı ikâme ederler buyuruyor. İkâme, Arapçada bir şeyi ayağa kaldırmak, dik tutmak, durdurmak demektir. Burada kasıt namazı şartlarıyla yerine getirmek. Sadece şekilsel olarak değil, rükûnları ve duygu durum denilen huşu ile kılınmalı. Rabbimiz, Müminûn suresinde müminlerden bahsederken “Onlar namazlarında huşu sahibidirler.” diyor. Namazın insan gibi bir bedeni var, bir de ruhu. Nasıl ki insan öldüğünde ruh ondan alınır ve bir cesede dönüşür, namaz da vaktinde şartlarıyla huşu ile kılındığında, ikâme edilmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm, ikâme edilmiş namazın insanı her türlü kötülüklerden alıkoyacağını bildiriyor.
Rabbimiz Enfâl suresinin 3.ayetinde “Kendilerine verdiğimiz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcarlar.” buyuruyor. Neden bir Müslüman Allah yolunda harcamalı, bunun hukuksal ve de toplumsal boyutu nedir?
Mâlikü’l-Mülk yani Allah malın gerçek sahibidir. Mülkü kazanırken de harcarken de kendi kafamıza göre hareket edemeyiz. Rabbimiz malı kazanırken çalmadan, çırpmadan, ölçüde hile yapmadan, faiz ve kumar yoluyla mal elde etmeden helal yollardan mülk edinmemizi istiyor. Yine bu malları israftan kaçınarak Allah’ın izin verdiği şekilde tasarrufta bulunmamızı istiyor. İsrâ suresinde belirlediği hak sahiplerine haklarını vermemizi istiyor. Sahip olduğumuz mallarda akrabalarımızın, yolda kalmışların ve miskinlerin hakları vardır. Aslında bu şükürle de bağlantılı. Her nimetin kendi cinsinden şükrü vardır. Sağlığın şükrü Allah’a itaattir. Malın şükrü, Allah’ın razı olacağı yerlerde kullanmaktır. Bunu yapmadığımızda Kasas suresinde Kârûn örneğini bizlere somut olarak anlatılmıştır. Kârûn, zenginliğiyle benliğe kapılıp şımardığında Allah onu mallarıyla beraber yerin dibine geçirmiştir. İslam hukukçuları ve fıkıhçıları ise zekâtın farz olduğu bunda fakirin hakkı olduğu, kişi bunu inkâr ettiğinde dinden çıktığına dikkat çekilir. Hz. Ebû Bekir döneminde, zekât vermeyenlerle Hz. Ebû Bekir’in savaştığını görürüz. O kadar önemsenmiş ki hukukî ve siyasî önlemler alınmış. Ayet her ne kadar ganimetler üzerine inse de orada bir uyarı var. Ganimeti bırakın, kazandığımız ve sahip olduğumuz mülkleri nasıl tasarrufta bulunacağımıza Allah karar veriyor.
Ayette gerçek müminin beş vasfından bahsedildi. Bu beş vasfı gerçekleştirdiğimizde Allah Teâlâ 4.ayette yüksek mevkiler, Allah’tan bağışlanma ve rızık vardır buyuruyor. Bu rızıklar müjdeler nelerdir?
Ayette geçen bu beş vasıf, kimde var ise o hakiki mümindir:
1- Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer.
2-Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artar.
3-Rablerine güvenen müminler.
4-Namazı özenle kılan müminler.
5-Allah yolunda harcayan müminler.
Onlar için Allah katında dereceler vardır. Nasıl ki dünyada insanlar arasında fiziksel olsun, sağlık olarak olsun, farklılıklar var. Ahirette ise yaptığımız amellere göre derecelendirme farkı olacaktır. Nasıl ki cehennem içinde dereceler var cennetin içinde de dereceler olacaktır. Bu ayette sayılan beş vasıf her müminde tecelli etmeyebilir. Kimi malını mülkünü Allah yolunda harcama yaparken cömert olur. Diğeri namazını daha güzel kılar, kimisi de tevekkülde daha sağlam olabilir. Ahiretteki derecenin yüceliği bu beş vasfın üzerimizde ne kadar tecelli etmesiyle alakalıdır. Eğer bu beş vasfa ne kadar duyarlı olursak o kadar derecemizi yüceltebiliriz. Bir de mağfiret vardır. Mağfiret günahın örtülmesi ve bağışlanması demektir. Tüm günahların ortaya döküldüğü gün, Rabbimiz bu kulların günahlarını örtecek. Rabbimiz bağışlayacağının müjdesini veriyor ve bağışladığı kulları “Rızkın Kerim”le mükâfatlandırıyor. “Rızkın Kerim” bazı tefsirlerde cennetin en üst mertebesi olan Cenâb-ı Hakk’ı görme şerefine nail olmak demektir.