Kur’an, Sünnet Tanımı Dışında Kalamaz

Kur’an, Sünnet Tanımı Dışında Kalamaz

Sayın Akın geçtiğimiz sayılarda yetişkin din eğitimi ve bir model ders olarak İslami İlimlerde hadis üzerine konuşmuştuk. Söyleşimize sünnet konusu ile devam etmek istiyorum. Merak edilen hususlardan biri de klasik sünnet tanımlaması. İslam âlimleri sünneti nasıl tanımlamışlardır?

Bugünkü tartışmalar çok boyutlu, bu şekliyle pek çok sünnet tanımlaması mevcuttur ve tanımlamalar da belli bir alana özgü yapılmıştır. Örneğin fıkıh ilminde sünnet: Fiillerin şer’i hükmünü ifade eden; farz, vacip, sünnet, müstehab, mendub, mubah, mekruh, haram, müfsid hükümlerinden oluşan sekiz ef’âl-i mükellefîn içerisinde sayılır. Usûlü fıkıh ilminde sünnet; kitap, icma, kıyas ile birlikte dinî hükümlerin bir kaynağı olması açısından değerlendirilir.

Hadis ilminde sünnet; Hz. Peygamber’in (Sahabe- Tabiun’un) sözleri, fiilleri, onayları, yaratılış ya da ahlaki nitelikleri açısından değerlendirilmiştir.

Kelam ilminde ise sünnet; inancın kaynağı olması açısından değerlendirilir ki bunda da Ehl-i Sünnet (Eş’arî, Maturdî, Selefî): İnanç esaslarında sünneti öncelemişlerdir. Ehl-i bid’at ise (Mutezile, Şia, Hariciler vs.) inançta sünnet dışı yeni şeyler ihdas etmişlerdir.

Bu tanımlamalardaki eksiklikler nelerdir? Bu eksiklikler neden kaynaklanmaktadır?

Bu  tanımların hepsi birbirinden kıymetli değerlidir. Ancak belli ilim dallarına göre yapılan bu klasik tanımlar sadece akademik ihtiyaçları dikkate almıştır, ilgili alanın ihtiyaçlarını gidermiştir. Bu yönüyle de sünnete tabi olmakla yükümlü Müslüman’ın esas alacağı tanımlar değildir. Bu tanımların kitlelere bir hayat tarzı olarak sunulması problemlidir.

Sünnet tanımında sadece ahlaklı bireyin yetişmesi amaç olmamalı, ümmet boyutu da ortaya çıkmalıdır. Bu anlamda sünnetin tarifini yaparken siyasi, iktisadi, toplumsal planda da sünnet dikkate alınmalıdır. Yani sünnetin tarifi emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker boyutunu da kapsamalıdır.

Özellikle fıkıh ve hadis tanımlarında sünnet mükellefin yapmakla yükümlü oldukları fiiller arasında sayılmıştır. Hâlbuki sünnet bağlayıcılık yönünden bütün bunların toplamını ifade etmektedir. Yani sünnet; farz, vacip, mendub, nafile, mekruh, haram, mubah kavramlarını da içerir.

Daha da önemlisi tanımlarda sünnet ve Kur’an ayrı ayrı müstakil birer bütün gibi görülmektedir. Hâlbuki Kur’an sünnet tanımı dışında kalamaz.

O hâlde, sünnete tabi olmakla yükümlü Müslüman’ın esas alacağı önerilen bir sünnet tanımı yapar mısınız?

Sünnet bir zihniyet ve dünya görüşüdür. Sünnetin bireysel, toplumsal ve evrensel boyutları vardır. Kısaca sünneti, “Hz. Peygamber’in 23 senelik peygamberlik dönemi içerisinde İslam toplumunu, inanç, ibadet, ahlak başta olmak üzere hayatın her alanında, bireysel, toplumsal ve evrensel planda ortaya koyduğu, örneklediği yaşam biçimi ve yoldur.” şeklinde tarif edebiliriz.

Kur’an, sünnet tanımı dışında kalamaz” cümlenizden hareketle bir soru sormak istiyorum. Son dönemlerde Kur’an ve hadisi birbirinden ayrı gibi yorumlayan, sadece Kur’an’a dayalı bir anlayışın yeterli olacağını düşünen kesimler var. Ne söylemek istersiniz?

Kur’an ve İslam kelimelerinin terkibinden meydana gelen Kur’an İslam’ı tabiri her ne kadar modern zamanda ortaya çıkmış bir söylem ise de, tarihte farklı düşünce ve fikirlerle de olsa görünüşte bu söyleme yakın bazı ifadelere rastlamaktayız. Sünneti reddetme Kur’an ile yetinme düşüncesine sahip bu gruplar,  En‘âm suresi 3, 38, 57, 59;  Yûsuf suresi 40, 67; Nâhl suresi 89 ve Hicr suresi 9. ayetlerini delil göstermektedirler. Bu ayetler incelendiğinde bu görüş sahiplerinin ayetleri bilerek eksik yorumladıkları gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bununla birlikte Kur’an’da sünnetin delil ve kaynak olmasının dayanaklarına baktığımız zaman, Hz. Peygamber’e itaatı, ona karşı çıkmamayı, O’nun hükmüne boyun eğmeyi emreden ve görevlerini tanımlayan çok sayıda ayete rastlamaktayız. Ayrıca bugün artık “sünnetin bir kısmı vahiy bir kısmı Hz. Peygamber’in içtihadıdır” şeklinde orta bir yol benimsenmiştir.