Kavramlarımızın İdrakinde Olmak ve Asıl Kimliğimiz

Kavramlarımızın İdrakinde Olmak ve Asıl Kimliğimiz

En hafifinden başlayalım. Birisi size “İslamcı” dese tavrınız ne olur? Canınız sıkılıyor kaşınızdakinin siz ve toptan Müslümanlar hakkındaki cahilâne bilgisine acıyorsanız, siz de benim mahalleme komşusunuz demektir. Öyleyse, birisi size, “Jihadist”, “Siyasal İslamcı” dese, canınız “İslamcı” denmesinden daha fazla sıkılır. Bu tür insanların kesinlikle ön yargılı olduğunu, aynı zamanda “İslam düşmanlığı” yapabileceğini düşünebilirsiniz.

Aslında, bakmayın siz, size bunları söyleyenler neyin ne anlama geldiğini biliyor. Bizim canımızın sıkılması ise, bu kavramların Müslümanları tanımlamaktan uzak kavramlar olmasından kaynaklanıyor.

Bana göre, şu en hafif tanım olan ve kimi Müslümanlar tarafından da olumlu olarak kabul edilen “İslamcılık” dahi Müslümanca bir tanımlama değildir. Öyleyse, bu tür sonradan üretilmiş tanımlamalarda daha doğrusu kavramlarda bir ters anlama, bir ters anlatma, saptırma ya da suçlama söz konusu demektir. İslam düşmanlarına ve sözde İslam uzmanlarına bakın hepsi aynı kelimelerle Müslümnları tanımlamaktadır. Onun içindir ki, bu yazımızda kavramların, yani, ıstılâhların önemine değinmek istiyoruz.

Sözü, İslamcılığa getirmişken, bu terimin ilk kullanıldığı dönemle son kullanıldığı dönem arasındaki anlam ve ifade farklılığını da burada izah etmenin uygun olacağını düşünüyoruz.

Makalâtu’l-İslamiyyîn ve İhtilâfu’l-Musallîn

Türkçede “İslamcı”, batı dillerinde “İslamist” ve Arapçada “İslamıyyu” denilen kelimenin ilk kullanımı aslında taa miladî 900’lu yıllarda olmuştur. Hatta, Eş’arî mezhebinin kurucusu İmam Eş’arî, zamanındaki tüm İslam inançlarını anlattığı eserine de bu ismi vermiştir: Makalâtu’l-İslamiyyîn ve İhtilâfu’l-Musallîn.

Şu inceliğe bakar mısınız: “Kendilerini İslam’a Nisbet Edenlerin İnanç Olarak Söyledikleri ve Namaz Kılanların İhtilafları.”

Dikkat ederseniz, makale kelimesi aynen bugün de kullanılsa dahi, makale manasında değil, “İnanç hâline getirilmiş söz ve ifadeler” olarak tercüme edilmiştir. İslamiyyûn kelimesi ise, İslamcılar değil, kendilerini İslam’a nisbet edenler şeklinde tercüme edilmiştir.

Neden? İşte işin aslı buradadır. Zira, kavramlar aynı zamanda kavramların asıl sahiplerinin kimliklerini de izah ederler. Eğer bir kimseyi ya da bir grubu aşağılayacak, hakaret edecek, gözden düşürecek, değersiz kılacaksanız bu manalara gelen kavramları kullanmanız gerekir. O kelimeler daha sonra, aşağıladınız, sövdüğünüz ve dalga geçtiğiniz grubun kimliği olarak ortaya konulur. Bugün Müslümanların, İslamist, siyasal İslamcı, hatta legalist İslamcı diye aşağılanıp suçlanması, kavramların gücünü ortaya koymaktadır.

Şimdi eskiye dönüp düşünün bir kere: Müslümanlar arasındaki mezhepleşmelerin en zirveye çıktığı bir zamanda yazılan bu kitap, çoook farklı inançlara sahip olan Müslümanları tanımlamak için, “Kendilerini İslam’a nisbet edenler” yani, bazı Mülümanlar tarafından Müslüman sayılmayan, ancak kendileri Müslüman oldukları için namaz kılan kimseleri tanımlamanın karşılığı olarak kullanılmıştır. Peki, “Namaz kılanların ihtilafı” ne demek? Bu da aynı anlamdadır. Bir grup tarafından Müslüman olarak kabul edilmediği hâlde, namaz kılanlar demektir.

Yeri gelmişken “Müslüman” tanımı varken, koskoca bir mezhep imamının Müslümanları bu şekilde tanımlamasının mantığı nedir sorusunun sorulabileceğini de hatırlatmak isterim. Her önüne gelen Müslüman bir grubun bir diğer Müslüman grubu İslam dairesi dışına attığı bir dönemde, İmam Eş’arî’nin böyle bir tanımlama yapması, o zamanlarda İmam Ebû Hanife tarafından başlatılan Müslümanları doğru tanımlama devriminin devamıdır bu. “Ehl-i kıble tekfir edilemez” inancı Hanefî-Matûridî akaidinin temel ilkesi olmuştur. Yani bir kimse, namaz kılıyorsa kesinlikle tekfir edilemez şeklindedir. Peki, Müslümanların çoğunluğunun kabul edemeyeceği inançlara sahip ama, Müslüman olduklarını söyleyen insanlar nasıl tanımlanacak? İşte İmam Eş’arî bunu İslamiyyûn: “Kendilerini İslam’a nispet edenler” şeklinde ortaya koymuştur. Hükmü de Allah’a bırakmıştır. Bugün de biz Müslümanların farklı gördüğümüz diğer Müslümanlara karşı tavrı bu şekilde, yani, İmam Ebû Hanife ve Eş’arî gibi olmalıdır.

Şimdi bakar mısınız İmam Eş’arî’nin tanımlaması ile bugün kullanılan aynı kelimenin kavram olarak ifade ettiği anlamlara? Arada öylesine fark var ki!!

Dedik ya, “Kavramlarımız asıl kimliğimizdir” diye. Ne demek istediğimizi daha iyi anlamak için önce kavram ne anlam ifade eder, ona bakalım. Buraya yazarak tahlil etmek istediğim bazı ayetlerde geçen kavramların, bizzat 1450 yıldır Müslümanlar  tarafından nasıl, İslam düşmanları tarafından nasıl anlaşıldığına dair örneklerini sunmak istediğim yazıyı ise bir sonraya bırakmak istiyorum.

Tekrar gelelelim şu kavram meselesine. Kavram, eski Türkçe’de bir araya toplamak, sıkıca tutmak, birleştirmek manalarındaki kavramaktan ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda anlamak, idrak etmek manasındadır ki, Arapçadaki “mefhûm” ile Almancadaki “Begriff” de bu manalardadır. Almancadaki Begriff aynı zamanda Türkçedeki sıkıca tutma anlamlarına da gelmekteddir.

Kavram denilen kelime, Türkçede uzun süre ıstılâh şeklinde kullanılmıştır. “Istılâh”ın manası daha geniştir. Kelimenin orijinalinde bulunan, sulh, barış, huzur, doğru olmak gibi anlamlarından hareketle, bir kelimenin ihtiva ettiği ve herkes tarafından ortak olarak anlaşıldığı kesin manası demektir. Yani o kelimeye başka bir mana verilemez demektir. Istılâh Arapça olmasına rağmen Arapçada ise son bir kaç yüz yıldır “mustalah” şeklinde kullanılmaktadır. Ancak Türkçedeki kullanımıyla ıstılâh şekli daha da vurucudur. Bu hâliyle sanki, kelimeyi de doğru kullandırmak gibi bir zorlamayı ifade etmektedir.

İngilizce ile diğer bazı batı dillerinde kullanılan term/e ise Latince asıllıdır. Zaman ve mekân bakımından “son sınır” manasındandır ki, bir kelimenin başka bir anlama gelmeyecek şekilde manasının kesinleştirilmesi demektir. Terminal de aynı kelimeden türemiş olup “son durak” demektir.

Bütün bunlardan şunu çıkartabiliriz: Kavram, ıstılâh bir ifadenin, bir kelimenin en doğru şekilde kullanımıdır. Bu yüzdendir ki, Avusturya Başbakanı  Kurz ile Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Müslümanları tanımlamak için ısrarla kullandıkları o “Siyasal İslamcı” tanımlaması tamamıyla bir hedef saptırmadır. Kısacası, İslam ve Müslüman nefretinden başka bir şey değildir. Çünkü, bu kavramlarla, İslam’a ait her şey kötülüklerle tanımlanmaktadır ve kötülüklerin kaynağı olarak İslam gösterilmektedir. Kurz veya Macron’un bunu bilmemesi mümkün değildir. İşte bu yüzden, kavramlarla kimlik arasında çok önemli bir bağ bulunur.