İslamofobiye Karşı Mücadelede Diyaloğun Önemi

İslamofobiye Karşı Mücadelede Diyaloğun Önemi

Barış ve huzur isteyen Müslümanlar, Allah’ın insanı yaratmasındaki hikmeti şu ayet bağlamında dikkate alırlar: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, tanışasınız (lite’ârafû) diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”[1] Bu ayetteki “huzur formülü” insanlar arasındaki barışın nasıl sağlanabileceğini net bir şekilde ifade etmektedir. Ayette insanların kadın ve erkek olarak yaratılması ve farklı farklı toplumlar ve milletler olarak ayrılmalarının hikmeti onların “birbirlerini tanımaları” (lite’ârafu) olarak ifade edilmektedir.

KİŞİLERİ DOĞRU TANIMAK

Peki bu “tanıma” nasıl olabilir, ne şekilde gerçekleşebilir? Tanımak istenilen kişiler veya toplumlar hakkında üçüncü şahıslardan bilgi alınabileceği gibi kitaplardan da bilgi edinilebilir. Bu vasıtalarla elde ettiğimiz bilgilerle bizim dışımızdaki insanları ve toplumları tanımaya başlayabiliriz. Ancak bu gerçek bir “tanıma/tanışma” için yeterli değildir. Çoğu zaman gerçek manada bir “tanış/tanıma” durumu için rû-be-rû, yani yüz yüze görüşmek gerekir. Tanımak istediğimiz insan ve topluluklar hakkında bilgi aktaran üçüncü şahıslar söz konusu insanlar hakkındaki bilgileri (ister sözlü olsun ister yazılı olsun) kendi zaviyesinden, önyargılı ve hatta yanlış ve eksik şekilde aktarabilir. Dolayısıyla doğru tanımak istediğimiz kişiler ve grupların gerçek duygu ve düşüncelerini onlarla rû-be-rû görüşmeden, onlarla doğrudan, vasıtasız bir diyaloğa girmeden tanımış olamayız. Aynı ihtiyaç karşı taraf için de geçerli olup, hiç kimse kendisinin yanlış yahut kötü tanınmasını da istemez.

CENNET VE CEHENNEMLİKLER

İslam âlimlerinden el-Gazzâlî, Faysalü’t-Tefrika adlı eserinde gayrimüslimlerden bahsederken onların cennetlik ve cehennemlik olmalarını üç gruba ayırır. Bunlardan birincisi İslam, Kuran ve Hz. Peygamber hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayanlardır. İkinci grup İslam, Kur’an ve Hz. Peygamber hakkında bilgiye sahip oldukları hâlde inkârı/küfrü tercih edenlerdir. Üçüncü gruptakiler ise İslam hakkında yanlış ve eksik bilgiye sahip olanlardır. Gazzâlî’ye göre birinci gruptakiler cehennemlik değildir, çünkü mazeretleri vardır (mazurun). İkinci gruptakiler cehennem ehlindendirler. Üçüncü grup hakkında ise Gazzâlî kesin bir hükme varamaz. Onları daha çok birinci gruba dahil etse de bu konuda sanki net bir ifade kullanamaz.[2]

İSLAM DÜŞMANLIĞI GİDEREK ARTIYOR

Bu sınıflandırmayı günümüz şartlarına uyarlayacak olursak diyebiliriz ki, küreselleşen dünyamızdaki iletişim imkânları göz önüne alındığında birinci gruba dahil insan sayısı yok denecek derecededir.  Buna karşın ikinci gruptakiler, yani bilgisi olduğu halde inkârı tercih eden gayrimüslimler ise sayıca hayli fazladır. Burada dikkat çekilmesi gereken husus ise ikinci gruptakiler arasında İslam’ı ve öğretisini yanlış/çarpıtılmış ve eksik bilgilerle tanıyan gayrimüslimlerin olması ve sayılarının dünyada gittikçe artıyor olmasıdır. Bu artışta dünya çapında yükselen islamofobik faaliyetlerin yanı sıra Müslümanların kendilerini doğru tanıtma, anlatma konusundaki eksiklikleri de önemli bir faktördür. Durum böyle olunca da (ikinci grupta yer alan) üçüncü gruptaki gayrimüslimlerin İslam, Kur’an ve Hz. Peygamber hakkında doğru ve eksiksiz bilgileri edinmeleri hususunda Müslüman âlim ve entelektüellerin kaleme aldıkları eserlere ilaveten Müslümanlarla kuracakları diyaloğun da öneminin altını çizmekte yarar vardır.

ELEŞTİREL BAKIŞIN ÖNEMİ

Şunu da belirtmek gerekir ki, birtakım yanlış yöntemlerle diyalog çalışmalarında bulunmanın hiç kimseye, bilhassa da Müslümanlara bir faydasının olamayacağı açıktır. Zira bazı insanlar diyalog faaliyetleri sırasında meselelere eleştirel yaklaşmayıp, ihtiyaç duyduğunda takiye yapmaktan kaçınmazlar. Müslümanların genel menfaatlerine aykırı olduğu hâlde kendi menfaatinin yararı için karşı tarafa “hoş görünme” ve “yaranma” eylemleri ile baş eğmiş görüntüsü vermekten geri kalmamıştır. Böyle olunca “haçlı seferleri” bile bir güzellemeden geçer.

Doğru metotlarla uygulanmayan diyalog faaliyetleri İslam medeniyeti anlayışı içerisinde yerleşmiş diyalog ve hoşgörü yaklaşımını büyük oranda zedelediği gibi İslamofobiye karşı da dürüst ve eşit göz hizasında diyalog faaliyeti yapmak isteyen Müslümanların da zan altında kalmasına yol açmıştır.

“Lâ ikrâhe fid-dîn (dine/dinde zorlama yoktur)” ayeti[3] çerçevesinde diyalogdan anlamamız gereken, karşıdaki muhatabımızın illa kendi dinimize dahil olmasını, onu kabul etmesini hırs ile sağlamak değildir. Tabii ki bu süreçte istisnai durumlar da olabileceğini göz önünde bulundurmak ile birlikte diyalog, her dinî kesimin hakikat olarak bildiklerini muhataplarına açıkça ve dürüstçe sunabilmesidir. Yine farklı dinden kişilerin “hoşgörü” ekseninde birbirleriyle iyi geçinebilmelerine, toplumsal huzura zemin hazırlayacak doğru bilgilenme ile birbirlerini tanımalarına imkân sağlamak da diyaloğun amaçlarından olmalıdır. “Hoşgörü” bazı zihinlerde kirletilmiş olsa bile, “hoşgörü” kötü bir şey değildir. İslam medeniyetinin, başta Peygamber Efendimiz’in, gayrimüslimlere gösterdiği ve Allah tarafından da emredildiği güzel ahlakın bir neticesidir. “Hoşgörü” hakikatlerden vazgeçmek değildir, aksine kendi hakikatini dillendirmek ile beraber diğerlerin hakikat olarak kabul ettiklerine saygı duymaktır. İslam tarihi boyunca da bu “hoşgörü” hep uygulana gelmiştir. Osmanlı’nın millet sistemi hoşgörünün neticesidir. Sahte kabadayılık ile bir yanlışı tenkit ederek doğru olandan da vazgeçmenin ne dinen cevazı olabilir ne de akıl işidir.

 

[1] Hucurat suresi, 49:13.

[2] al-Gazzâlî, Faysal at-tafriqa bayna l-islâm wa-z-zandaqa, Matba‛at at-Turqî, 1901, s. 75.

[3] Sure 2:256.