İslam Ahlakında Övülen Davranışlar (II)

İslam Ahlakında Övülen Davranışlar (II)

SABIR

Sabır, üzüntü verecek şeylere ve başa gelebilecek sıkıntı, bela ve musibetlere karşı direnç gösterme hâli diye tarif edilir. Sabır konusunda alimlerimiz iki hususa dikkatlerimizi çeker:

Birincisi insan nefsine ağır gelen acı ve elemlere tahammül ederek, neticesinden güzellikler beklemek; ikincisi bir önceki maddenin zıddına lezzet ve şehvet veren şeylerden uzak durmak suretiyle bunların kötü akıbetlerinden korunmak ve kurtulmak. Bilinen bir gerçektir ki, hayatta karşılaşılan şeyler her zaman güzel olan şeylerden oluşmaz. Birçoğu zaman zorluk ve sıkıntılar da hayatta karşılaşılan gerçeklerdendir. Hatta bir bakıma bu zorluklar ve sıkıntılar insanın kemale ermesi, yetişmesi ve olgunlaşması için gerekli de olabilir. İşte bu sıkıntılara karşı göğüs germek sabrın kendisidir. İnanan insanın, inancının gerektirdiği gibi yaşaması için işte bu sabır denilen manevi gıdaya, kudret ve güce ihtiyacı vardır. Sabır, bütün bunların yanında haramlara yaklaşmama ve uzak kalma; dinimizin emirlerine sebatla sarılma ve direnme anlamına da gelir. Bu dünya hayatı kurulurken böyle kurulmuştur. Öyle ki, en basit bir iş dahi belli meşakkatlere katlanılmadan ve zahmete girmeden elde edilemez. Sabır ise, insanın bu hayatta karşılaşacağı sıkıntılara karşı tek dayanağıdır. Kur’ân-ı Kerîm’imiz bunu şöyle izah buyurmuştur:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”[1] Ulu’l azim dediğimiz büyük peygamberlerin dini tebliğ ederken sergilemiş oldukları azim ve sebatın kaynağı sabırdır. Bir kimse diğer bir kimseden kötülük görürse, elbette bu hakkını adilane bir şekilde alması onun hakkıdır. Fakat sabırla hareket ederek ona karşılık vermesi daha hayırlıdır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

“Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.”[2] Hasıl-ı kelam, sabretmek en güzelidir. Güzel ahlak sahibi bir mümine yakışan, hayatın güzelliklerini de zorluklarını da imtihan vesilesi olmak üzere Allah’ın yarattığına inanmak, güzellikle karşılaşırsa şükre sarılmak; zorluklarla karşılaşırsa ona sabrederek göğüs germektir.

SÖZÜNDE DURMAK

Vermiş olduğu sözü yerine getirmek inanan insanın özelliklerinden bir diğeridir. Sözde durmak o insanın dürüst ve doğru olduğuna delalet eder. Hayatın her alanında, günlük işlerden tutun, memuriyet, ticaret, aile kurumunun kurulmasına değin aslında bir söz veriş söz konusudur. Bir insan ahlaki açıdan değerlendirmeye tabi tutulduğunda o insanın evvela vermiş olduğu sözlere sadık kalıp kalmaması ve yapmış olduğu işleri sağlam yapıp yapmaması hususlarına bakılır. Bir insan söz verince sözünde duruyorsa, yaptığı işleri sağlam yapıyorsa o insan güzel ahlâklı insandır denilebilir. Aksi olursa orada güzel ahlâktan söz edilemez. Müslümanın sözü, ahdi ve vaadi; bir de yeminle teyit edilmişse artık o Allah’a verilmiş olan bir sözdür ve ondan dönememek gerekir. Cenâb-ı Hak buna şöyle buyurarak işaret buyuruyor:

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin ve Allah’ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir.”[3] Verilen sözü yerine getirmemek, sözünde durmamak dinimizde münafıklığın alametlerinden sayılmıştır. Efendimiz (a.s.) şöyle buyuruyor:

“Münafığın alameti üçtür; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, emanete ihanet eder.”[4] Hadîs-i şerifte belirtilen bu üç huyun kendisinde bulunduğu kişi, her ne kadar namaz ehli de olsa, oruç vs. ibadetlerini yerine de getirse, üzerinde – Allah muhafaza buyursun- münafıklık alametlerini taşımaya başlamış demektir. Ayrıca söylediğimiz söze ve yaptığımız vaade sahip çıkar ve dürüstlüğe sarılırsak, kendimize de saygı göstermiş oluruz. İnsan önce kendisi saygın hale gelmelidir. Bu da ancak verilen söze ve vaade sahip çıkmakla olur.

DOĞRULUK

Dilimize “doğruluk” diye tercüme “sıdk” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça geçen bir kelimedir ve söz ve davranışların doğru ve gerçeğe uygun olması demektir. Yani özün, sözün ve amelin tam bir ahenk içinde olmasıdır. Doğruluk öyle bir sıfattır ki, Peygamberler ve müminler ondan aynı anda sorumlu olmuşladır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak Kur’an’ında hem Peygamber Efendimiz’e hem de biz müminlere şöyle hitap buyurmuştur:

“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”[5] Doğruluk hakkında Allah’ın Resûlü (s.a.v.) da şu uyarıda bulunmuştur:

“Doğruluk iyiliğe ulaştırır, iyilik de cennete. Kişi doğru söyleye söyleye, Allah katında sıddîk (dosdoğru) diye yazılır. Yalancılık günaha sevkeder. Günah ise cehenneme ulaştırır. Kişi yalancılığı kendine yol edindiği sürece, Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye kaydedilir.”[6]

EMANETE RİAYET ETMEK

Dinimizde emanet, geri alınmak üzere bırakılan şey demektir. Emaneti üzerine yüklenen kişi bir bakıma başkalarının güvenine mazhar olmuştur. Bundan dolayıdır ki, bütün emanetlere karşı sorumluluğunun farkında olmalı, emanete gereken saygı, itibar ve özeni göstermelidir. Emaneti koruyan insana emin insan denir. Emin insan, üzerine aldığı her türlü emaneti, sahibine iade edinceye kadar, emanet sahiplerinin kendinden beklentilere uygun bir şekilde koruyup kollamalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz:

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.”[7] buyuruyor ve emanet riayet etmemeyi hainlik olarak vasıflandırıyor. Dinimizin Peygamberinin lakabı peygamberliğinden önce bile “Muhammed’üni’l Emin” idi. Ona inanmayan ve her fırsatta O’na işkencelerin enva-ı çeşidini reva gören müşrikler dahi, en değerli emanetlerini teslim edebilecekleri ve en güvenilir insan olarak Peygamberimiz (s.a.v.)’ı bilirlerdi. Yukarda geçen ve münafıkların alametlerini sayan hadis-i şerifte emanetin hakkını korumayanların da münafıklık alameti taşıdığı ifade edilmiştir:

“Münafığın alameti üçtür; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, emanete ihanet eder.”[8]

ALINACAK DERSLER

  1. Her türlü başarının temelinde sabır vardır. “Şıpsevdi” cinsinden veya her fırsatta “ah vah” eden zayıf karakterli insanlardan olmamalıyız.
  2. Acele ederek yanlış kararlar almamalı ve teenni ile hareket etmeliyiz.
  3. İslam dininin şerefli ismini üzerinde taşıyan insanlar olarak söz vermiş isek yerine getirelim, yapamayacağımız şeyler için söz vermeyelim. Çünkü sözünde durmayan insan olarak tanınırsak hem muazzez dinimizi hem de bütün İslam âlemini töhmet altına sokmuş oluruz.
  4. Sözümüzde, özümüzde ve her türlü işimizde doğru olalım, doğru hareket edelim. Küfürden daha aşağı olan münafıklık sıfatından uzak durmalıyız.
  5. İşimizi, eşimizi, evladımızı ve bütün diğer nimetlerin bize Allah’ın birer lütfu ve nimeti olarak bilelim ve haklarını adalet ölçüsünde birebir eda etmeliyiz.

[1] Bakara suresi, 2:155

[2] Nahl suresi, 16:126

[3] Nahl suresi, 16:91

[4] Müslim, İman 1079

[5] Hûd suresi, 11:112

[6] Buhari, “Edeb” 69; Müslim, Birr, 103-105

[7] Enfal suresi, 8:27

[8] Müslim, “İman“, 1079