İnsanın Başına Gelenlerin Yapıp Ettikleriyle İlişkisi

İnsanın Başına Gelenlerin Yapıp Ettikleriyle İlişkisi

-İmam-ı Mâturîdî Bağlamında Bir Değerlendirme-


İ
nsanın başına gelenler, şer’-i şerifte ve sünnet-i seniyyede ortak anlamlı isim şeklinde “musibet” olarak adlandırılmıştır. Zira musibet karşılık anlamı içeren bir adlandırma olup, kula isabet edip ilişen şeye söylendiği gibi aynı zamanda kul da o şeye isabet etmiştir. Bu nedenle ikisi de birbirine nispet edilebilir, ikisi de bir biriyle tam(am)lanır. Eğer sana bir iyilik dokunursa bu onları üzer, eğer sana bir musibet dokunursa “biz zaten tedbirimizi önceden almıştık.” derler ve sevinerek dönüp giderler, (Âl-i İmrân, 3:120) şeklinde buyuran âyet-i kerîme, musibetin hem iyiliğin hem de kötülüğün dokunmasına beraberce söylendiğini göstermektedir. Bununla birlikte musibet, kötülüğe uğramak anlamına yerleşmiş, daha çok insanoğluna isabet edenlerin insan tarafından felâket ve helâk olarak yorumlananlarına musibet denir olmuştur.

Mümine fena gelen şey musibettir

Aslında Peygamber Efendimizin “İnsanın başına geleni kötü görmesi musibettir.”, (Mehmed Arif, Binbir Hadis, 622/281) ifadesi iyi düşünülmelidir. Mümine fena gelen, onu katı kalpli kılan her şey musibettir. Hak, şer algılananları hayır eyler, şer gözüken şeyler nice hayırları saklar. İyi olan, kötü gördüğüne “sabretmek”, iyi gördüğüne “şükretmek” fiilidir; kötü olan ise kötü gördüğüne sabretmemek, iyi olarak algıladığına şükretmemektir ki, bunlar insanın fiilidir. Fena olan, isabet eden olay ve olgular değil, iyi gördüğüne şükretmemek, kötü gördüğüne sabretmemektir.

Kötülük (seyyie) tabiriyle bazen belâ ve imtihân (beliyye ve mihne), bazen de günah ve Allah’ın emirlerine karşı çıkış (zenb ve masiyet) kasdedilmiştir. Bir ayette “hepsi Allah’tandır” (Şuara, 80) derken, birinci anlamıyla Allah’a nispet edilmiş; “sana isabet eden kötülük senin kendindendir” (Nisâ suresi, 4: 78) ayetinde ise ikinci anlamıyla  sadece insana nispet edilmiştir. Yani, kötülüğün ya da musibetin bir sınama vesilesi olarak (belâ-mihne) kula isabet ettirilmesi ve yaratılması yönüyle bütünüyle Allah’tan, fakat isabet edenleri iyi veya kötü olarak algılamak ve ona göre irade ve tavır belirlemek ise insandandır.

İyilik Allah’tan, kötülük nefsindendir

Ayrıca musibetler bir nimet verme, lütuf ve ihsan ifade ediyorsa Allah’a nispet edilirken; böyle olmaması durumunda da genellikle kulun kendisine nispet edilmesi edeptendir. “Sana isabet eden iyilik Allah’tan, sana isabet eden kötülük ise kendindendir.”, (Nisâ suresi, 4:79) “Sana musibet olarak ne isabet etmişse ellerinin kazandığı sebebiyledir.”, (Şûrâ suresi, 42:30) gibi ayetlerde bu ayrım açıkça görülmektedir. Oysa “bir fitne olarak şerle de hayırla da”, (Enbiyâ suresi, 21: 35) “iyiliklerle de, kötülüklerle de imtihan eden” (A’râf suresi, 7:168) Allah’tır. Kulun fiillerinden kötü bilinen ve algılananların kula nispet edilmesi, bir yönden o fiili kazananının kul olması ve diğer taraftan bir Allah’ın muvaffak kılması ve ihsanını içermemesi açısındandır.


İmtihan ve musibetleri, Allah’ın kullarının durumlarına ve manevi yükselişlerinin imkân ve yollarına göre kendisinin tercih ve takdir ettiği lütuf ve ihsanlar olarak anlamak çok önemlidir. Bunun anlamı, “kulun dünyada imtihan olunacağı musibetler, daha henüz hiçbir günah ve hata işlememişken (ibtidâen) olabileceği, yani hepsinin günahların akabinde olmayacağı”, başa gelen musibetlerin mutlak surette nahlarla ilişkilendirilmemesi gerektiğidir.


Aynı şekilde kulun fiillerinden hayır olanların Allah’a nispet ve izafe edilmesi ise kulun kazanımı açısından değil, Allah’ın muvaffak kılması, lütfetmesi açısındandır. Yani yaratma açısından kulun bütün fiilleri Allah’a ait, kazanma açısından kula aittir.

Kulun kazandığı iyi fiiller Allah’ın yaratması yanında, lütfu ve tevfik’i ile olduğu için Allah’a nispet edildiği gibi bazen de kula nispet edilmiştir ki, ikisi de hakikati ifade eder.

Kulun kazandığı kötü fiiller Allah’ın yaratması ve lütfunu ve desteğini çekmesiyle (hizlân) olduğu için Allah’a nispet edilmemiş, genellikle kula nispet edilmiştir. Oysa bunları da bütünüyle yaratan Allah’tır. Çünkü Mâturîdî’nin buyurduğu gibi, izafet ve nispette varlıklar bir isme “topluca” izafe edilebilir; fakat, kötü, çirkin ve pis olanlar ve algılananlar Allah’a nispet edilmezler. Örneğin “yerlerin ve göklerin Rabbi”, “âlemin Yaratıcısı” denilir fakat “Ey hınzırların Rabbi!”, “Ey pisliklerin Yaratıcısı!” denilmez. Bu edeptendir. Oysa yaratma, takdir etme ve yazgı açısından hepsinin ve her şeyin Allah’a nispet edilmesi zaruridir.

Musibetler İlla Ki, Günahlarla İlişkilendirilmemeli

Musibetler günahlarla ilişkilendirilmemeli İmtihan ve musibetleri, Allah’ın kullarının durumlarına ve manevi yükselişlerinin imkân ve yollarına göre kendisinin tercih ve takdir ettiği lütuf ve ihsanlar olarak anlamak çok önemlidir. Bunun anlamı, “kulun dünyada imtihan olunacağı musibetler, daha henüz hiçbir günah ve hata işlememişken (ibtidâen) olabileceği, yani hepsinin günahların akabinde olmayacağı”, başa gelen musibetlerin mutlak surette günahlarla ilişkilendirilmemesi gerektiğidir.

Bu hususla alakalı “başa gelen belalar düşünülüp konuşulan (bi’l-kavl/bil mantık) şeylere bağlanır (müekkelün)” diyen kelam-ı kibar bir hakikate işaret ediyor olabilmekle beraber mutlak değildir. Yani insanın güzel düşünmesi güzel şeyleri telaffuz etmesi (hatta güzel şeyleri yapması) başına geleceklere olumlu bir etkisi olabilir, ama, şom ağızla konuşulanın mutlaka başa geleceği anlamında değildir. Başa gelenler düşünülüp konuşulanlarla koparılamaz bir alakaya sahip olmadığı gibi işlenenlerle de mutlak bir bağlılık ilişkisine sahip değildir. Başa gelen şeyler ister iyi algılansın ister kötülük elbisesi giysin, mutlak ilişkili olduğu husus, kulun ruhani gelişimini sağlayacak, manevi ikmalini temin edecek en güzel vesile olarak Allah tarafından tercih ve takdir edilmesidir.

Musibetlere yönelik bu anlayış, Kuran’ın bütüncül okunmasıyla görülebilen bariz bir hakikattir. Mâturîdî’ye göre dünya cezaları, kişilerin imtihan edildiği mihnet ve sıkıntı içeren sınamalardır. Allah kullarını değişik imtihanlara tabi tutar. Bu onların ellerinin işlediğine karşılık (kötü eğilim ve girişimlerine engel olmak için) verilebileceği gibi, daha baştan (onun kabiliyetlerini geliştirmek, kötü eğilimlerini düzeltmek için) için de verilebilir.

Özellikle de imtihanlar ve musibetler, “öteki(ler)(n)in” işledikleri günahlara bağlanması asla doğru olmaz. Zira ayette “şüphesiz biz sizi birtakım şeylerle imtihan ederiz,” (Bakara suresi, 2: 156) şeklinde mutlak ifade edilmiştir. Yani ayette, “şüphesiz biz sizin işlediklerinize karşılık olacak şekilde imtihan ederiz”, denilmemiştir. Böyle olsa kulun tercih ve fiilleri Allah’ın takdirini sürüklemiş olur.

Ama diğer taraftan, helâk edilen kavimlerde olduğu gibi, kulların işledikleri yüzünden kendilerine musibet ve belalar da inebilir. İmam Mâturîdî’nin buyurduğu üzere, başa gelen musibetler daha baştan imtihan ve ibtila için olabileceği gibi, emr-i ilahîye muhalefet ve isyandan dolayı da olabilir. Hatta İmam Mâturîdî’ye göre bir emre muhalefet ve bir isyanın cezası olan her cezalandırma (ukûbet), sadece o günahı işleyenleri kuşatır. Çünkü hiçbir günahkâr diğerinin günah yükünü taşımaz. Fakat korkuyla, açlıkla, mal, can ve ürünlerin kıtlığıyla, daha baştan imtihan ve sınama olan musibetler herkesi kapsayabilir. Bu nedenle insan başa gelenlerin, insanlarının ellerinin işlediklerin karşılığı olup olmadığını bilemeyeceği gibi, kendisi değil, başkasının işlediği yüzünden olduğunu hele hiç söyleyemez.

Aslında tam bir teslimiyet ifade eden mümince tavır, olanı (vâkıa) hayır görebilmektedir. Olmuş ve gerçeklik bulmuş bir şey, iyi gözükse de kötü algılansa da hayırdır, zira olan Allah’ın izni, iradesi, takdiri ve yazısıyla olmuştur. Bütün mesele, olanı değil, olacak olanı tercih ve icra ederken “iyisi olsun, kötüsü olmasın!” diye gayret sarf etmektir.