İnsan Nerede Biter? Toplum Nerede Başlar?
- HAYATSürmanşet 2
- 17 Kasım 2021
Her toplum ve birey toplum ilişkisinin nerede başlayıp nerede bittiğini kendi kültürel ve gelişim seviyesine göre cevap vermiştir. Kimi toplum insanı tamamen soyutlayarak bireysel bir “Nirvana”yı asıl hedef ilan ederken, kimi bireylerin bir araya gelerek bir çeşit kâğıda dökülmemiş sessiz bir sözleşme ile toplumu meydana getirdiğini ileri sürmüş, itaatin baz alındığı toplumlarda ise insan tamamen toplumun arka planına itilerek “çoğunluğun iyiliği” kavramı altında nice kez hiçe sayılmıştır.
İnsan Doğru Bildiğinden Şaşabilir Mi?
Kısa bir tefekkür gezisi olarak adlandırabileceğimiz bu metinde ise üç önemli sorunsala göz atacağız. Bunlardan ilki insan ait olduğu toplum için doğru bildiğinden şaşabilir mi? İkincisi bir gruba ait hissedebilmek için hangi alt yapı gerekiyor ve bu aidiyet hissi bizi nerelere götürebilir? Üçüncüsü ve en önemlisi ise hiç şüphesiz semavi dinlerin, bilhassa hak din olan İslam’ın tüm hayatı kuşatan çerçevesinde bu sorular için de verilmiş cevapları mevcut iken biz toplumla kendimizi ilişkilendirmede hangi çizgide yol almalıyız?
Tamamen emin olarak bildiğiniz bir şeyde dahi sırf etrafınızdaki insanlar aksini iddia ettiği için şüphe ettiğiniz oldu mu hiç? Ya da emin olmadığınız bir şeyde etrafınızdakiler de uyum sağlamak için sadece duyduğunuzu tekrar ettiğiniz? Merak etmeyin “bir bildikleri vardır herhalde” anlayışı ile hareket eden sadece siz değilsiniz.
İnsanların büyük bir çoğunluğunun kararlarını bu şekilde verdiğini kanıtlayan Asch isimli bir araştırmacı 1955 yılında, 5 kişiye sırayla A, B ve C şeklinde sınıflandırılmış çubuklar bulunan bir kart gösteriyor. Ardından tek bir çubuk bulunan başka bir kart ve bu çubuğun diğer kartta bulunan hangi çubukla aynı büyüklükte olduğunu soruyor.
Cevap gayet açıktı ve hata oranı neredeyse sıfırdı. Fakat bilinmeyen şey ise orada bulunan 5 kişiden sadece birinin asıl denek olduğuydu. Üçüncü denemde ise ilk 4 kişi asıl denek olan şahsı şaşırtmak için bilerek yanlış cevabı verdiler ve bu sonuncu kişinin de bilerek, sadece diğerleri ile uyum içerisinde olabilmek için beşinci kişinin de yanlış cevabı vermesi ile sonuçlandı.
İNSAN TOPLUM İÇİNDE YAŞAMAK İÇİN YARATILMIŞTIR
Gerçek şu ki toplum içinde yaşamak için yaratılmış olan insan için bu gerçekten sarsıcı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir sonuç. Bu sonucun gölgesinde kulakta küpe, zihinde kıvılcım olarak şu soruyu bırakmak istiyorum: “İçinde bulunduğumuz toplum ‘Bizi’ ne kadar etkiliyor?”
Peki, biz olarak adlandırdığımız topluluk nasıl oluşuyor? Hangi şartlar altında kendimizi bir gruba, bir topluluğa ait hissediyoruz? Bu mevzuyu bu konuda yapılmış en güzel ve en tanınmış deneylerden biri olan Muzaffer Şerif’in 1954 yılında ABD’de düzenlediği “Hırsızlar Mağarası” deneyi üzerinden anlamlandırmaya çalışabiliriz:
İnsanları gelişi güzel iki gruba ayırdığımızda dahi aidiyet hissi oluşturabilirler mi? 11 Yaşlarında olan 22 çocuk üzerinde yapılan bu araştırmada bilim insanları karşı kalınan bir “siz”, karşı bir grup, daha ileri tabir ile düşman olduğunda grubun ortak özelliği bulunmasa da insanların mevcut olduğu gruba aidiyet hissi oluşturmaya başladığını, diğer gruba ise düşmanlık hisleri hissetmeye başladığını ortaya koydu. Yani bir topluluk oluşturmak için gerekli temel ihtiyaç ortak bir hedef! Peki bu iki karşıt grubu kaynaştırmak için ne gerekli? Sadece ortak faaliyetler yeterli mi? Hayır, yine araştırmanın ilerleyen detaylarında anlaşıldı ki, ortak faaliyetlerden ziyade ortak ve üst üste gelen hedefler; beraber izlenen bir film için toplanan para ya da çamurdan topyekûn kuvvetle kurtarılan kamyon gibi, iki zıt grubun kaynaşmasına vesile olabiliyor.
Evet, kısaca tüm bu bilgileri gözden geçirdiğimizde görüyoruz ki, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmrân suresi, 3:103) diyen yüce Yaradan (c.c.) insanın kodlamasını en iyi bilen olarak, bize toplum içinde de yerimizi ve bulunmamız gereken istikameti en güzel şekilde gösteriyor. Bize sırf içinde bulunduğumuz grubun/ toplumun değer yargılarına göre yanılmamamız için daimî bir değer çizgisi olan Allah’ın ipini; aidiyet duygusunu tadabilmemiz için ümmet bilincini, hedeflerini; birbirimize kenetlenebilmemiz için de ortak bir düşman olarak şeytanı hediye etmiş oluyor.
Bireysel açıdan bakıldığında belki kolay kolay anlaşılmayacak olan hayat rehberi Kur’an’ın toplumsal boyutlarını; sadece bireysel bir ibadet kitabı olamadığını, aynı zamanda sosyolojik bir rehber, medeni bir toplum inşası için bir nevi kroki olduğunu görebiliyoruz bu sayede. Bir kez daha hikmeti ve ilmi karşısında hayran kalıyoruz yüce Mevla’nın.