Hür Bir Yaşam Herkesin Hakkı (Mı?)
- HAYATSürmanşet 2
- 1 Aralık 2021
Kitap okumak, sohbet etmek, alış-verişe, işe, eve rahatça gidebilmek, hayallerinin peşinden koşabilmek ya da hayallere sahip olabilmek bunlar her insanın var olduğu andan itibaren sahip olduğu haklar mıdır? Daha kısa ve çarpıcı bir ifade ile sorarsak eğer: Yaşamak hak mıdır? “Tabii ki!” diyerek bir saniye bile düşünmeden yanıtlayabileceğimiz tüm bu sorunların yanıtları toplumun çok büyük bir azınlığı için hiç de kolay değil. Evet, Almanya toplumunun yüzde 9,5’ini oluşturan 7,9 milyon engelli insandan bahsedeceğiz bugün.
NORM OLARAK “SAĞLIKLI” TOPLUM
İnsanlık tarihine baktığımızda engelli insanların maruz kaldıkları davranışlar koca bir kör kuyu olarak karşımıza çıkıyor. Nadir olarak toplumun üst tabakasında olanlara karşı istisnalar olsa da en iyi hâli ile dilenmeye mecbur bırakılmış insanlar görüyoruz batı tarihinde. Bu tür hastalıkları Allah’tan gelen bir ceza, hatta engelli insanları cin veya şeytan olarak gören, cadı olarak yakan orta çağ dünyası ise bu durumun en acı örneklerden biri. Engelli bebeklerin doğar doğmaz ölüme mahkûm edilmeleri ise tarih boyunca birçok toplumda karşımıza çıkmakta. Fakat o kadar geriye gitmeden dahi 80 sene önceki Nazi Almanya’sında yüce bir ırk oluşturmak adına yüzbinlerce ruhsal ve bedensel engelli vatandaşa kısırlaştırma, sonrasında ise ötanazi uygulandığını görüyoruz.
Günümüzün bakış açısı ile çağ dışı görünse de en insancıl yaklaşımların dahi “Exklusion” diye adlandırılan dışlama yöntemini kullandığını görüyoruz; yani bu insanların toplumdan soyutlanarak, çoğu zaman “çalışmayana ekmek de yok” mantığı ile, istihdam edildiklerini. Norm olarak görülen “sağlıklı” toplumdan uzak bir hayatın onlar için daha iyi olduğu düşünülüyordu.
ENGELLİLERE ENTEGRASYON PRENSİBİ
Modern dünya ise ilk etapta engelli insanların topluma entegre olabilmesi için entegrasyon prensibini sahiplendi. Özet hâli ile çoğunluk toplumuna uyum sağlayabilmesi için engelli insanlara destek verilmesi gerektiğini iddia eden bu planın ise en büyük zaafı kendi özünde gizliydi. Entegrasyon engelli olan insanları topluma uyum sağlaması için değişmesi ve desteklenmesi gereken insanlar olarak görüyordu. Yani norm yine sağlıklı olanlar, engelli olan insanlar ise uyum sağlaması gereken azınlık görünüyordu. Bu konseptin hatasını anlayabilmemiz için kendinize şu soruyu sormanız yeterli: “İnsan ne zaman toplumdaki ‘normal’ bir bireydir: Sağlıklıyken mi, üretkenken mi, bir yerlere aitken mi? Yoksa sadece ‘insan’ olmak bunun için yeterli mi?”
POST MODERN ÇAĞDA İÇSELLEME METODU
Post modern dünyanın bu soruya cevabı ise “Inklusion” konsepti oldu; günümüzde en ideal bakış açısı olarak kabul görmüş olan dahil etme, içselleme planı, tüm engellileri hangi engele sahip olursa oldun, hayatın, toplumun bir parçası olarak görüyor. İçselleşme planı, engelli insanlara hayatın hangi alanında ne kadar var olmak istedikleri kararını topluma değil, kendilerine ve ailelerine bırakıyor. Özgür bir yaşamın ilk adımlarını sunuyor.
HAYATI TÜMÜNÜ KOLAYLAŞTIRMAK
Bu bağlamda gerekli olan öncelikle tüm hayat cephelerinin onlar için kolaylaştırılması; engelsiz giriş, tedavi, eğitim öğretim imkânı, olabildiğince bağımsız bir yaşam gibi vs. Bunun yanı sıra diğer elzem unsur ise anlayışlı, açık görüşlü ve önyargısız bir toplum; yani hayatta karşılaşabileceğimiz en büyük rezilyans sahibi olan bu güçlü insanlara karşı hak ettikleri saygıyı, özveriyi ve anlayışı gösterebilen bir toplum.
ÇOCUKLUKTAN İTİBAREN DUYARLILIK
En ufak yaştan itibaren yadırganmadan, örselenmeden yaşayabilecekleri bir ortam ise ancak çocukluktan itibaren duyarlı hâle gelen bir toplum ile mümkün. Yani çocuğumuzun sınıfındaki engelli çocuğu empati kazanımı için bir şans görmek, tekerlekli sandalyedeki çocuğu parmakla göstermek yerine yanına gidip muhabbet etmek, acıyarak bakmamak; kıyas etmeden destek olmak, duyarlı olmak, empati yapmak; içselleme (Inklusion) için yapabileceğimiz ufak, fakat önemli adımlar.
İSLAM’DA ENGELLİYE BAKIŞ
Engelli bireylere karşı olan İslam anlayışında bulduğumuz en önemli etken bu; âmâ sahabenin peygambere vekil olması, topal bir sahabenin ise vali olabilmesi sayısızca örnekten birkaçı. Toplumsal açıdan en önemli örneklerinden biri ise Abese suresinin ilk on ayetinde geçen âmâ zâttan yüz çeviren Peygamberin (s.a.v.) uyarılmasıdır. Burada üzerinde durmamız gereken konu kör olan kişinin bu yüz ekşitmeyi görmediği hâlde gelen uyarıdır. Bu toplumdaki engellilerin yerinin, saygınlığının engelsiz olan insanlar tarafından onlar olmadığında, fark etmediğinde dahi korunması gerektiğinin en büyük delilidir. Dilimiz, tavrımız buna göre şekillenmelidir.
2017’de “Schwerbehindert” (Ağır derecede engelli) kimliğini “Schwer in Ordnung” (Böyle iyiyim) kimliğine çeviren 14 yaşındaki Pinneberg’li down sendromlu genç kızın attığı adımlar, Almanya’da engelli kimliklerine bu sıfatla kılıf geçirilebilmesini sağladı. Bu ufak adım ile yüzlerce engelli gencin mutluluğuna katkı sağlandığı göz önünde bulundurulursa, küçük adımlarla toplumuzda ne kadar büyük değişimler sağlanabileceğini görmüş oluyoruz. Yeter ki kalplerimizde engel bulunmasın…