Hindistan Hükümetinin İslam Karşıtı Politikaları Müslümanların Hayatını Zorlaştırıyor

Hindistan Hükümetinin İslam Karşıtı Politikaları Müslümanların Hayatını Zorlaştırıyor

Hindistan’da yaşayan Müslümanlar, ülkedeki mevcut iktidarın ayrımcı kararları ve aşırı sağcı Hindu grupların camilere yönelik saldırıları nedeniyle gündelik hayatlarının giderek zorlaştığını belirtiyor.

Hindistan’da 2014’ten beri iktidarda olan Hindu milliyetçisi Hindistan Halk Partisinin (BJP), ayrımcı ve aşırı sağcı gruplara alan açan politikaları, ülkedeki en büyük azınlık olan Müslümanlara yönelik saldırıların artmasına neden oluyor.

Çevre ülkelerdeki Hindistan kökenlileri kapsayan vatandaşlık yasasının Müslümanları dışarda tutması, tarihi camilerin daha önce Hindu tapınağı olduğu iddiasıyla kapatılıp tapınağa dönüştürülmeye çalışılması ve benzeri Müslüman karşıtı politikalar, “Hindistan’ın Hindu ülkesine çevrilmeye çalışıldığı” gerekçesiyle eleştiriliyor.

Müslümanların uğradığı saldırıların faillerinin cezalandırılmaması ve Müslümanlara yönelik nefret suçlarına ilişkin tedbir alınmaması da tepkilere yol açıyor.

Keşmirli insan hakları aktivisti Safoora Zargar, serbest gazeteci Zafar Aafaq ve Güney Asya İnsan Hakları Dokümantasyon Merkezi İcra Direktörü Ravi Nair, AA muhabirine, ülkede yükselen Müslüman karşıtlığının din ve ifade özgürlüğü üzerine etkilerini değerlendirdi.

“Müslümanlar yemek yemek, ibadet etmek ve çalışmak gibi temel meselelerde zorluklarla karşılaşıyor”

2020’deki “Vatandaşlık Yasası” karşıtı protestolardaki rolü gerekçesiyle hamileyken 3 ay boyunca hapiste tutulan ve eğitim hakkı elinden alınan Hindistan kamuoyunun yakından tanıdığı Zargar, ülkesinde tarih boyunca pek çok ibadethanenin farklı dini gruplar tarafından dönüştürüldüğünü söyledi.

Zargar, ülkede 1948’de çıkarılan yasayla geçmişte hangi ibadethaneden dönüştürüldüğüne bakılmadan tüm mabetlerin olduğu gibi kalmasına karar verildiğini anlatarak, “Babri Mescidi 1992’de geçmişte Hindu tapınağı olduğu gerekçesiyle Hindular tarafından yıkıldıktan sonra, mahkeme kararıyla, mescidin bulunduğu arazi Hindulara tahsis edildi. Bu karardan sonra Pandora’nın kutusu açılmış oldu. Özellikle 2014’teki iktidar değişiminden sonra milliyetçi Hindu gruplar daha da güçlendi. Şu anda tehdit altında olan Budaun’daki Jama Mescidi gibi birçok tarihi cami var.” dedi.

Cuma namazlarının kılındığı veya sesli ezan okunan camilerin sayısının da azaldığını aktaran Zargar, ülkede artık namaz kılmanın büyük zorluk ve risk haline geldiğini kaydetti.

Zargar, gün geçtikçe Müslümanların yaşadığı sorunların arttığına dikkati çekerek, “Müslümanlar yemek yemek, ibadet etmek ve çalışmak gibi temel meselelerde çok büyük zorluklarla karşılaşıyor. Müslümanlara yönelik çok ciddi dezenformasyon var. Hayatın her alanında ötekileştirilme ve devlet kontrolüne maruz kalındığı için Müslümanların gündelik yaşamı hayatta kalma mücadelesine döndü.” ifadesini kullandı.

Hindistan’ın anayasayla tüm yurttaşlarına eşit muamele ve özgürlük vaat eden bir ülke olmasına rağmen hükümetin 2019’da çıkardığı “Vatandaşlık Yasası”nın Müslümanları dışarda tuttuğunu ifade eden Zargar, “Yeni yasaya karşı protestolar yapıldı. Protestocular hükümetin gündemini anlayabilecek ve net şekilde görebilecek insanlardı. Onlar kendi vatandaşlıklarının ve Hindistan’daki varoluşlarının tehlikeye girdiğini görmüşlerdi.” diye konuştu.

Zargar, ülkesinde sadece aktivistlerin değil gazetecilerin de özgürlüklerinin çok ciddi biçimde baskı altında olduğuna işaret ederek, “Bir aktivist veya gazeteci olsanız bile, acımasız yasalar tarafından suçlanabiliyorsunuz. Sırf bir suçla itham ediliyorsunuz diye eviniz herhangi bir yasal süreç olmadan bir gecede yıkılabiliyor. Aslında bu tutum Müslümanlara yönelik. Hindulara böyle yaptırımlar uygulanmıyor.” şeklinde konuştu.

Camilerin yıkılması veya Hindu tapınağına dönüştürülmesinin dışında “inek linçi” olarak tanımlanan saldırı biçimlerinin yoğunlaştığını belirten Zargar, Müslümanların “ineklerin kaybolması ve öldürülmesi” ile itham edilerek Hindu gruplar tarafından saldırıya uğradığını söyledi.

Zargar, bütün bu saldırıların kamusal alanlarda yapılıp kayıt altında gerçekleşmesine rağmen herhangi bir yaptırımı olmadığını vurgulayarak, “Bunlar halka açık linçlerdi. Aslında hala devam ediyor. Kameraların kaydettiği bu saldırılar 2017’den bu yana trend haline geldi. Saldırı videoları farklı platformlarda paylaşılıyor ve faillere bir şey yapılmıyor. Kayıtsız kalınan saldırıların herkes tarafından görülmesinin sonucu olarak linç gruplarına katılım büyüyor.” dedi.

“Ülke, Hindu bir ülkeye dönüştürülmeye çalışılıyor”

Serbest gazeteci Zafar Aafaq, Hindistan’ın 1947’de bağımsızlığını kazandığından beri anayasada laik ve demokratik ülke olarak tanımlandığını belirterek, azınlıkların ve farklı dini grupların hak ve özgürlüklerinin anayasayla güvence altına alınmış olsa da hükümetin Müslümanları hor görüp ayrımcı yasalar çıkarabildiğini söyledi.

Aafaq, “2014 senesinde Hindu milliyetçisi bir parti olan BJP’nin iktidara gelmesiyle ülkemizde durum büyük oranda değişti. Milliyetçilere, Müslümanları ve onların görüşlerine katılmayanları hedef alma özgürlüğü verildi. Müslümanlar çok zor bir dönemden geçiyor. Ülke, Hindu bir ülkeye dönüştürülmeye çalışılıyor.” değerlendirmesinde bulundu.

Hindistan’da Müslümanlara yönelik nefret suçları ve şiddete değinen Aafaq, şöyle devam etti:

“İktidar partisinin destekçileri ayrımcı siyasetlerini yapma konusunda giderek daha cesaretli hissediyorlar ve dışlayıcı siyaset tarzına inanıyorlar. Müslümanlar, ‘hadlerinin bildirilmesi gereken ötekiler’ olarak görülüyor. Hükümet, Müslümanlara yönelik ırkçı saldırılara kayıtsız kalmakla yetinmeyip teşvik ediyor. Müslümanlara karşı şiddet ve nefret suçu işleyenlere yumuşak davranılıyor. Hatta iktidar partisi mensupları tarafından sırtları sıvazlanıp destekleniyorlar. Saldırılar ve şiddetin dozu da buna bağlı olarak artıyor.”

“Hindutva politik söylemin ana akımını oluşturuyor”

Yeni Delhi merkezli Güney Asya İnsan Hakları Dokümantasyon Merkezinin İcra Direktörü Nair de ülkesinde kaydedilen nefret suçlarındaki artışa değinerek, “Hindistan devletinin sözde laik tüm kurumlarının tehlikeye atılması veya yok olması nedeniyle nefret suçları sık sık işleniyor.” dedi.

Nair, Hindistan’ın kanun ve düzen mekanizmalarının büyük kısmının milliyetçi görünüşe sahip olduğunu aktararak, “Ulusal Azınlıklar Komisyonu gibi kurumlar hiçbir zaman etkili olmadı, kuruldular ve görevlerini yerine getirmeden yalnızca maaşlarını ve ikramiyelerini alarak işlev gördüler. Mevcut Ulusal İnsan Hakları Komisyonu, Hindistan’da insan haklarını korumaya çalışmıyor. Kanun ve düzen mekanizmasının ezici çoğunluğu her düzeyde mezhepçi.” yorumunu yaptı.

Hindutva olarak bilinen Hindu köktenciliğine ait yeraltı faaliyetlerinin serbest bırakıldığını kaydeden Nair şunları dile getirdi:

“Hindutva bugünün Hindistan’ın da hem politik hem de sosyal söylemin ana akımını oluşturuyor. Hindistan devletinin ve toplumsal oluşumlardaki muadillerinin yeni köktendinci kontrolörlerinin, esas olarak Müslümanlara ayrıca diğer azınlıklara Hindistan’da ancak ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamaya devam edebileceklerini söylemek için bu şiddeti kullanması bilinçli bir çabadır.”

Müslümanlara yönelik büyük çaplı eylem planının hala başlatılmamış olmasını “skandal” olarak niteleyen Nair, şunları kaydetti:

“Hükümet, Müslümanlar şiddete maruz kaldığında en iyi ihtimalle başka yöne bakarak görmezden geliyor ancak daha kötüsü aktif biçimde göz yumma durumu söz konusu. Müslümanlara yönelik sayılamayacak kadar çok ayrımcılık vakası, örtülü ve açık biçimleriyle gündelik olaylar haline geldi. Her yerde ve her mahallede Hindutva’nın toplumu kutuplaştırmaya yönelik şeytani planlarını engellemeye ihtiyaç var. Hindu köktenciliğine karşı birleşik barışçıl, şiddet içermeyen direniş tek cevap olmalı.” (aa)