Hikmete Ulaşmak İçin Tezekkür ve Tefekkür Gerek!

Önden Gidenler” programları çerçevesinde bu sene anacağımız İslam davasına hizmet etmiş büyüklerimizden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ı hepimiz “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eseriyle tanırız. Bu eserinde merhum Elmalılı’nın hakikaten Kur’an’ın nasıl anlaşılabileceği yolundaki ilmî seviyesini gördüğümüz gibi, Arap ve özellikle Türkçe dilinin inceliklerini sergilediğine de şahit oluyoruz. Aynı zamanda zamanının felsefî ve sosyal akımlarını tanımlayıp yorumlayabilen biri olduğuna şahit oluyoruz. Fıkıh, kelam alanındaki mütehassıslığı yanında, yeri geldiğinde felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden de yetkin bir üslupla bahsettiği gözlerimizden kaçmıyor.

Her bir yazısında, her bir yorumunda Müslüman olmanın hayata nasıl uyarlanabileceğinin gayretini görüyoruz. Hiç bir şeyi atlamak istemiyor. Fıkıh gerekli ise fıkıh, yorum gerekli ise yorum, felsefe ve çağdaş tartışmalara girmek gerekli ise o konulara giriyor. Fakat Elmalılı’nın konuya girişi, suçlayıcı değil, çözüm üretici bir giriş. Malumatfurûşluk değil, malumata nasıl ulaşılabileceği ve bu malumatın nasıl ve nerede kullanılacağını anlatan bir giriş. Muarızlık değil, işin aslına işret etmek, işin aslını göstermek şeklindeki bir giriş bu. Eleştirirken bile, ders vermek; ders verirken eleştirmek.

Biz Elmalılı’yı, bir müfessir olarak bildiğimize göre Kur’an hakkındaki görüşünü de aktarmak gerekecektir:

“Kur’an anlaşılmaz bir kitap değildir. Hatta ‘Muhakkak biz, bu Kur’an’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Hiç düşünen var mı?’ (Kamer suresi, 54:17) buyurulduğu  üzere manasını en kolay ve açık bir şekilde anlatan ve zorlamasız, yapmacıksız; su gibi akan, nur gibi parlayan apaçık bir kitaptır. O, kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için inmiş ve duyurmuştur. Ancak onun manaları tam olarak anlaşılıp bitirilemez. Bir manası meydana çıkınca arkasından bir mana  daha, arkasından bir mana daha yüz gösterir. Nurunun açık parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar. Mümine hitap ederken kâfire bir korkutma fırlatır, kâfiri korkuturken mümine bir müjde nüktesini uzatır. Halka hitap ederken ileri gelenleri  düşündürür. Âlime söylerken cahile dinletir. Cahile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En basit gözlemlerden en yüksek gerçeklere götürür. Müminlere gaybı  (geleceği) anlatırken, kâfirleri şimdiki zamandan usandırır. Ve bütün bunları duruma, makama, yere, zamana ve konuya göre en uygun, en güzel kelimelerle anlatır.”

Felsefe ve Elmalılı

Fakat Elmalılı’nın güçlü olduğu ama fazla da bilinmeyen yönlerinden birisi de onun felsefe dünyası ile ilişkisidir. Belki de bu konuda özellikle unutturulmak istenmiştir. İngilizce ve Fransızcadan felsefî eserleri tercüme ettiği gibi ders olarak da okutur. Antik felsefeyi olduğu kadar çağdaş felsefeyi de bilip, bu alanda zirve diye bilinenleri dahi üslubunca eleştirme kabiliyetine sahip birisi olarak, felsefeyi hikmet olarak kabul eder. Bunun için de der ki: “Hikmet ise, her güzel ilim ve sâlih amelin ismidir.”

Yani hikmet, ilim, amel, amel-i sâlihtir. Tabiîdir ki, “Hikmete ulaşmak için tezekkür ve tefekkür gerek!” Elmalılı Müslümanların içinde bulunduğu durumdan hep muzdariptir. Hiç bir şeyi küçümsemez. Ama onun en çok üzerinde durduğu şey, Müslümanların kendi zamanlarını okuma kabiliyetinden uzaklaşmalarıdır. “Ruhlar, yeni hâdiseleri aslî esaslar ile telif edemedikçe vicdanî buhran ve ıztırap hâsıl olur. Halbuki, keyif veya ıstırap içinde isabetli karar verilemez. Bu suretle haktan uzaklaşılmış ve beka müphemlik kazanmış olur. Bu sıkıntı ve buhran, tahammül edilmez bir hâle gelince, gönüllerde gelişi güzel bir yenilik meyli uyanır.”

Yenilik nedir?

Amma, “İyi hatırlamak lazım gelir ki, yenilik, değişmek ve bozulmak demek değildir.” Öyleyse nedir yenilik?

“İslam’da en büyük düstur Allah’ın birliğidir. Bütün yeniliklerde bu görüş mahfuz tutularak (Ümmetin hüviyeti) gözetilecektir. Her asırda vukua gelen fikrî ve maddî hâdiseler tecrübe ile tetkik edilecek. Neticede, ümmetin hayatına şuurlu veya şuursuz olarak giren yeni hâdiselerin dinî ve şer’î sahih nesebi belirtilip tespit olunacak, tehlikeli araz olan bid’atlerle hayat sebeplerinden ileri gelen yeni gelişmeler birbirinden ayrılıp, bir kısmı silinecek, bir kısmında karar kılınacaktır. Benimseyeceğimiz yeniliklerle benimsemeyeceğimiz yeniliklerin hududu ayrılmak gibi vicdanî bir gelişme elde edilecek ve bu yoldan içtimaî nefis fetret ve nifaktan kurtulacaktır. Yenilik yapacak olan, birliği kırmayacak, şıkakı arttırmayacak, işin esasını, inkâr etmeyecek, teferruatı asıldan ayırmayacak, istikametten sapmayacak, mücerret heveslere kapılarak ümmetin vicdanını yabancı vicdanlar gibi yapmağa çalışmayacak ve ümmetin şahsiyetini ortadan kaldıracak bid’atlere yol açmayacaktır. Yenilik bize nefret değil sevgi aşılayacak, korku ve endişe değil güvenlik getirecektir. Her asrın tarihini güzelce zaptetmek ve o tarihte, şer’î sebep ve illetlerin amelî kıymetlerini ve içtimaî neticelerini tetkik ve bu suretle geçen asrın bir fezlekesini yapıp gelecek asrın ihtiyaçlarını tayin eylemek.”

Allah rahmet eylesin!