Hayatı Ekrandan Değil, Candan Yaşamalı
- AİLE
- 8 Mayıs 2022
Teknolojinin her geçen gün gelişmesi gündelik yaşantımıza etki eder hâle geldi. Bu gelişime ayak uydurmanın ilk adımı teknolojiyle beraber hareket etmekten ve dijital yaşama ayak uydurmaktan geçiyor. Camia TV’de yayınlanan Biz Bir Aileyiz programına konuk olan uzman psikolog Abdulaziz Yılmaz, özellikle günümüzde öne çıkan ve yaygın olan internet teknolojisinin doğru kullanıldığı takdirde günlük yaşantımızı kolaylaştıran birçok yönünün olduğunu belirtti. Temel hedefinden şaşan kullanım alışkanlıklarının ise ailelerde; çocuk eğitiminde olsun, eşler arası iletişimde olsun ciddi sorunlara yol açabileceğini ifade eden Yılmaz, bu durumdan hem bireyin hem de toplumun temel yapı taşı olan ailenin olumsuz yönde etkilendiğini belirtti.
AİLE İnternet bağımlısı mıyım?SOSYAL MEDYANIN “NORMALLEŞTİRİCİ” GÜCÜ
Toplumun tüm alanlarında sosyal medya kullanımının ciddi oranda yaygınlaşmasıyla birlikte aile içerisindeki iletişim kopukluğuna dikkati çeken Yılmaz, sosyal medyanın toplumu değiştirici, dönüştürücü ve etkileyici rolünün olduğunu belirtti. Sosyal medyanın bireylerin hayatıyla iç içe geçmesiyle birlikte bireylerin gerçek dünyada yapmadıkları birçok şeyi sosyal medyanın kabullendirici gücüyle yapabildiklerini ifade eden Yılmaz, ahlaki değer yargılarımızla uyuşmayan sosyal medya paylaşımlarının bir süre sonra normal olarak algılandığını vurguladı. Yılmaz, “Bu tür paylaşımları beğenerek ve paylaşımı yapanları takibe alarak hem cesaretlendiriyoruz hem de destekliyoruz.” dedi ve ekledi: “Bizler daha duyarlı olmalıyız ve nitelikli paylaşımlara teveccüh göstermeliyiz.”
KALİFORNİA SENDROMU
Sosyal medyanın bireylerin kişiliği üzerindeki etkisinden bahseden Yılmaz şunları dile getirdi: “Kişiliğin oluşumunda birkaç bileşen vardır. Bunlar bireyin, genetiği, sosyal çevresi, yediği içtiğiyle beraber belli bir yaşa kadar gördüğü ve dinlediğidir. Bu bağlamda teknoloji de kişiliğimizi şekillendiren bileşenler arasındadır. Çok bilindik bir sendrom var, Kalifornia sendromu. Bu sendromun dört özelliği var;
- Hedonizm, yani hazcılık. Haz vermeyen hiçbir şeye tahammül edememe duygusu,
- Narsizm, sadece kendini düşünme, hayatın merkezine kendini koyma ötekinin hayatına önem vermeme duygusu,
- Yalnızlık, sosyal yaşamdan uzak, bir ötekinin elinden tutmama yardım etmeme,
- Mutsuzluk, depresyon ve intihar eğilimi.
Bunlar Kalifornia sendromunun ana belirtileridir. Çoğumuz kabullenmesek dahi, görüyoruz ki, bu sendrom yavaş yavaş kademe kademe aile olabilmeyi, eş olabilmeyi, birey olabilmeyi derinden etkiliyor. İnternette fazla kaldığımızda önceliklerimizi bırakıp, o haz noktasına odaklanıyoruz. Beynimizdeki ön kısım yani ‘frontal lobe’ belirli bir dakikadan sonra devre dışı kalıyor ve sağlıklı kararlar alamıyoruz. O andan itibaren arka beynimiz mutluluk hormonu salgılıyor ve zamanın akışını kestiremiyoruz. Ekranda neşeli ve renkli gördüğümüz her şey daha cazip geliyor. Bundan dolayı birçok kişi uzun süre internette kaldığı için normal hayata adapte olamıyor, çoğu şey sıkıcı geliyor. Özellikle gençlerin ve çocukların okul hayatını kötü yönde etkiliyor. Öğrenciler derse odaklanma konusunda güçlük çekiyor. İnsan ne kadar sosyal medyada aktif olursa, normal hayatta bir o kadar asosyal oluyor.”
AİLE BAĞIMLILIKTAN KORUR
Yılmaz, sosyal medyanın ve internetin aşırı kullanılması isteğinin önüne geçilememesi durumunda oluşan bağımlılığın belirtilerinden şu şekilde bahsetti: “Birey uzun süre ekrana bağlanıp, çevreden kendini soyutluyorsa ve yoksun kaldığında aşırı sinirlilik hâli ve öfke kontrolünü sağlayamıyor ise, bu durum bağımlılık olarak tanımlanabilir. Bu gibi durumlarda erken müdahale edilip, yardım alınabilir.
Hem kendimizi hem de aile fertlerimizi bağımlılıktan korumak istiyor isek, aile içerisindeki iletişimi sıkı tutmalı, muhabbet ortamı sağlamalı ve hayatı bir amaca ve gayeye bağlamalıyız. Zira amacı olanın travmaları dahi daha kolay atlattığı tespit edilmiştir. Zaman çok, internet çok, fakat ömür kısa. Hayattaki tek sermaye de ömürdür. Ömrün nerede harcandığı önemlidir. Hayatı ekrandan değil, candan yaşamalı.”
Yılmaz son olarak Prof. Bruce Alexander’ın bağımlılık üzerine farelerle yaptığı bir deneyden bahsetti: “Deneyde bir kafesin içerisine tek bir fare ve iki çeşit su bırakılır. Suların biri sade, diğeri ise bağımlılık yapan bir sudur. Fare gider gelir ve bağımlılık yapan sudan içer, sonunda bağımlı olur. Sonra başka bir kafese yine sade ve bağımlılık yapan sudan yerleştirilir. Yalnız bu defa tek fare değil aileli bir fare seçer. Kafesin içerisinde bol aktiviteli düzenler. Ailesi ve aktivitesi bol olan fare bağımlılık yapan suya pek yanaşmaz, böylelikle de bağımlı olmaz. Bu da göstermiştir ki, aile bağının güçlü olması ve sosyal aktiviteli bir yaşam kişiyi bağımlılıklardan korur.”