Güzel Ahlak ve Doğrulukla Cenneti Kazan!

Güzel Ahlak ve Doğrulukla Cenneti Kazan!

Bir insanın iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesine neden olan huy ve değerlerin tümüne verilen isimdir ahlak. İnsanın manevi özellikleri ahlak olarak ifade edilirken, erdemli, iyi yönleri de güzel ahlak olarak kabul edilir. Nitekim insanı diğer canlılardan ayıran ve üstün bir varlık yapan güzel ahlakla donanmış olmasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kendisinin gönderilmesindeki en önemli hedefi güzel ahlaka bağlamaktadır: “Ben, sadece güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[1]

ALLAH HER ŞEYİ BİLİYOR!                                                     

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de onun ahlakını şu şekilde övmektedir: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.”[2] Bu bakımdan Peygamberimiz’i örnek almak, öncelikle onun güzel ahlakını takip etmekle mümkündür. Bir Müslüman yaptığı her işi, kalbinden geçenleri dahi Allah’ın bildiğine inanarak yapmalıdır. Bu nedenle kalbini güzel ahlaki erdemlerle donatmalı ve insanlara da o şekilde davranmalıdır.

MÜNAKAŞADAN UZAK DURANA MÜJDE…

Öte yandan insanlarda kötülüğe eğilim de vardır. İnsana düşen, bu kötü yönlerini terbiye ederek iyi ve güzel ahlaki erdemlere sahip olmaktır. İnsanın gerçek bir mümin olması ancak bu şekilde mümkündür. Bilindiği üzere insanların birbirlerine tahammülsüzlük göstermeleri, affedici olmamaları, birliklerin bozulup dağılması neticesini vermektedir ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in temsilcisi olduğu yaşam felsefesine zıttır.

Toplumda, insanlar arasında zaman zaman görülen bölünmüşlük ve parçalanmışlık için af ve müsamaha en etkili bir ilaç olarak görünmektedir. Hoşgörü ise birbirinden kopan fertleri bir araya getirecek sihirli bir iksirdir. Bu yüzdendir ki, Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Ben, haklıyken bile çekişmeye girmekten kaçınan kimse için cennetin kenarında bir köşk verilmesine kefilim.”[3]

HER DURUMDA İSTİAZEYE NİYET ETMEK

Dünyadaki sınav serüvenimizde bu konularla karşı karşıya kalabiliriz. Ancak bizlerin gayreti kendi ahlakımızı güzelleştirmek olmalıdır. Her hastalığın bir devası, her kışın bir yazı mutlaktır. Sonunda fırtına kopan nice münakaşaların, lüzumsuz bir inat uğruna kopan nice kardeşlik bağlarının, dağılan yuvaların imhası için değil, inşası için şu üç maddeyi paylaşmak istiyorum:

  1. “Tartışmaktan başka çaremiz yok.” diyerek, her fırsatta münakaşaya girmek yerine bir taraf deyim yerindeyse “deli” olduğunda diğer taraf veli rolüne girmeli. Halk dilinde bir taraf ateş diğer taraf ise su olmalı. Bunu hayatımıza düstur etmeli, kendimizi iyiye, güzel davranışa ve bununla birlikte güzel ahlaka yönlendirmemiz gerekir.
  2. Tartışmaya yol açan suçlayıcı dili, genelleme yapmayı, olumsuz düşünceleri, “niyet okumayı”, üstün gelme gayesiyle kendini belli eden kibri, gururu ve bencilliği terk etmenin; iyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmanın asgari şartı olduğunu sürekli kendimize hatırlatmamız gerekir.
  3. Kiminle olursa olsun çekişme, tartışma, kavga, inat gibi insanın değerini düşüren fiillerin şeytandan olduğunu bilmek ve o anda bir istiaze niyet etmek ve Efendimiz’in tavsiyesiyle, ayakta isek oturmak ya da abdest almak, insanı rahatlatan ve zihnimizi tazeleyen yöntemi uygulamakta fayda vardır.

ŞEYTAN İLE SAVAŞMAK

İnsan fıtratında evet çekişmek isteyen bir yönü vardır. Ancak bu şeytan, zalim ve nefsin heva ve hevesine karşı savaşmak için verilmiştir. Eşe, kardeşe, dosta, ahbaba karşı kullanılmamalıdır.

Onlara ses yükseltmeyi, yıkıcı eleştiriyi, cevap yetiştirmeyi, kendi haklılığını ispatlama için komutan gibi hazırda beklemeyi, tüm nefsani arzuları frenleyip nefsimize direnmeyi öğrenmeli, bu hususta kendi otokontrolümüzü sağlayan en iyi yöntemleri bulmaya gayret etmeliyiz.

Aile de dahil, insanların birlikte yaşadığı her ortamda zaman zaman münakaşa ortamları oluşur. Efendimiz bu gibi durumlarda bizlere münakaşadan uzak durmayı tavsiye ediyor. Bunu başarabilen kişiye de mükafatların en güzelinin teminatını veriyor. Efendimiz’in tavsiyesine uyanlar hiç şüphesiz güzel ahlaklı kişilerdir. Bu kişiler vesilesiyle de toplumda kötü davranışlar azalır, doğruluk, dürüstlük artar, kötülükler, yalan ortadan kalkar. Nitekim âlemlere rahmet ve insanlığa en güzel örnek olan Efendimiz’in kişiliğinin en önemli özelliklerinden biri de doğruluktur.

DOĞRULUĞUN İNSAN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Peygamberimiz’in doğru sözlülüğe yaklaşımına baktığımızda, bu tutum sadece dili bir zaaftan kurtarmanın ötesinde, içsel bir rahatlık ve huzur ortamı oluşturmakta ve iç çatışmalardan ferdi korumasıyla kişisel bütünlüğüne katkı sağlamış olmaktadır. Bir hâdiste doğruluğun insan üzerindeki etkisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Doğruluk, gönül rahatlığı ve iç huzurudur; yalan ise kararsızlıktır.”[4] Allah Resûlü kendisinin yalandan uzak bir kimse olduğunu da şu sözleriyle belirtmektedir: “Ruhumu elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, buradan hak sözden başkası çıkmaz.”[5]

Resulullah (s.a.v.), neşeli, durgun, üzüntülü anlarda, dostları ve düşmanları ile görüşürken, bolluk ve darlık günlerinde, evinde sudan başka bir şeyin bulunmadığı, zırhını ipotek edip yiyecek temin ettiği günlerdeki konuşmalarının hiç birinde gerçeğe ve doğruya bağlılık ölçüsünü aşmamıştır. Dili yalandan korumaya verdiği önem, onu düşük vaziyetlere getirenleri sert bir üslupla uyarmasına neden olmuştur. Nitekim, Allah Resûlü bu konuda şöyle söylemektedir:

“İnsanları güldürmek için yalan yanlış konuşan kişinin vay haline! Onun vay hâline! Onun vay hâline!”[6]

Hz. Peygamber (s.a.v) kendisi doğru sözlü olmakla beraber, kendisine bağlananlara da devamlı olarak doğru sözlü olmayı tavsiye etmiştir. Kendisine doğru sözlü olma konusunda teminat verebilene cennete gireceğine kefil olmuştur.[7] Her durumda münakaşadan uzak durmanın ve doğruluktan ayrılmamanın mutlak iyilik olduğunu, Efendimiz’in açıklamalarından öğreniyoruz. Böylelikle bazı durumlarda kişinin aleyhine gibi görünse de doğru söylemenin ve tartışmalardan uzak durmanın her zaman için asıl kazanç olduğu aşikârdır.

 

[1] İbn Hanbel, II, 381.

[2] Kalem suresi, 68:4.

[3] Ebû Davûd, Edeb 7.

[4] Müsned, 1/200.

[5] Ebû Dâvud, İlim, 3.

[6] Ebû Dâvud, Edeb, 88; Tirmizî, Zühd, 10.

[7] Müsned, 5/323.