Gurbetin Çıkmazında “Gurbetçinin” Kaderi

Gurbetin Çıkmazında “Gurbetçinin” Kaderi

1960’lı yıllarda başlayan ve başta Almanya olmak üzere batı Avrupa ülkelerine yoğun olarak gönderilen işçilerin genel adıdır “gurbetçi”. Çaresizliğin verdiği bu tercihe (gurbete) Anadolu insanı aslında yabancı değildir, komşu köylere ırgatlık yapmak için evlerinden çıkanlar bir müddet sonra şehirlere sonra büyük şehirlere ve sonunda İstanbul’a ulaşırlar. Memleketlerinde geride bıraktıkları çocuklarının doğumlarını, aile bireylerinin ölümlerini, gençlerin düğünlerini kaçırmaya başlarlar.

Dayanılacak gibi olmayan bu ayrılık (gurbet) zorunlu bir tercihi beraberinde getirir ve gurbet memleket hâline getirilir. Büyük şehirlerde hemşeriler aynı semtlerde toplanarak maddi manevi destek kümeleri (mahalleler) oluştururlar. Böylece şehirlerde şehirli olmayan ama şehirde çalışan ve yaşayan kitleler oluşur.

GURBET MEMLEKET OLUR

Ekonomik zorluklar insanları daha uzaklara yolculuk yapmaya mecbur bırakır, düşünce aynıdır, gidip bir müddet sonra gelinecek ve hayat kaldığı yerden daha kolaylaşmış bir şekilde devam edecektir. Vatana gelmek vardır, izine gitmek vardır, fakat evdeki hesap gurbete uymamış ve gidilen yerden geri dönülememiştir. Tarih tekerrür eder ve gurbet memlekete dönüştürülür. 60 yıl içinde gurbeti memleket olarak görmek zor da olsa kabullenilmiş ve yaşam bu yeni memlekete göre evrilmeye başlamıştır.

Anadolu insanı memleket kıldığı bu yerlerde kendine yaşam alanı açmak ve nefes almak için her türlü dışlanmayı göze alır ve önce camilerini sonra pazarlarını ve sosyal içerikli derneklerini açar. Vatan hâlâ zihinlerde tazeliğini korur, oraya tatile değil izine gidilir, eli boş gidilmez, valizler irili ufaklı hediyelerle doldurulur, kimse unutulmamalıdır çünkü onlarda yoktur, biz yerken onların mahrum kalması “gurbetçiyi” üzer.

GURBETİN İLK DARBESİ “GURBETÇİ” YAKINLARINDAN

Aradan geçen yıllar içerisinde “gurbetçiye” ilk tokat en sevdiklerinden gelir, sevdiklerinin ihtiyaçları hiç bitmez, sanki tüm dostları onun gurbete gitmesinde pay sahibi imiş de şimdilerde paylarını istiyorlarmış gibi isteklerini sıralarlar. Hep aynı şeyi duyar “gurbetçi”, “Sen ordasın nasılsa tekrar kazanır alırsın.”

“Gurbetçinin” önce getirdikleri ile alay edilir “Yok mu bir Alman çikolatası…” sonra çocuklarının konuşma aksanları ile “Bu çocuklar hiç Türkçe konuşamıyorlar…” sonra yatırımları ile alaya alınırlar “Almancının evi, boşver…” sonra davranışları ile alay edilir “..sonradan görme işte…” son 20 yıldır da siyasi görüşü ile alay edilmektedir: “Almanya da tuvalet temizliyorlar burada oy kullanıyorlar…”

Cem Karaca Almanya yıllarının ardından yazdığı “Almancılar” eserinde âdeta tüm “gurbetçilerin” duygularını haykırmıştır:

Davulla zurnayla yola çıkmış

Bandoyla karşılanmıştık

İş gücümüzdü sattığımız

Ter olup çarklara aktığımız

Servete servet kattığımız

Gurbet el şimdi bize “Dön” geri diyor

Bebeler doğurduk gurbet ellere

Büyüdüler verdik taş mekteplere

Dilleri dönmez ki bizim dillere

Merhabayı bilmez Guten Tag diyor

Yılda bir kere izindir deyip

Bulgar’ın Yugoslav’ın yolunu tepip

Edirne Ardahan gözümde tüten

Canım memleket bize Almancı diyor.

HAYAT | 21 Haziran 2023 Uzun Yola Azıksız Çıkılmaz 21 Haziran 2023

“GURBETÇİYİ” ÖTEKİLEŞTİRMEK

Gurbetçi” artık Türkiyeli değil Almancıydı. Ne Alman, ne Türk, iki taraftan da olmayan, iki tarafa da benzemeyendi, ötekileştirilmişti. Fransa, Avusturya, Hollanda, Belçika vb. hepsi Almancı olmuştu. Yapılan basit bir ötekileştirme değildi, âdeta toplumsal bir tabaka oluşturulmuş ve tüm gurbetçiler Almancı kavramıyla âdeta üveylik sınıfına indirilmişti.

Almancı; görmemişti, medeni değildi, kaba ve asabiydi, paracıydı, konuşamıyordu, cahildi, magandaydı … peki bu insanlar Avrupa’da mı bu özellikleri aldı? Yani Avrupa mı bu insanları kötü ve çekilmez olarak eğitti?

PARA VE KÜLTÜR KARMAŞASI “GURBETÇİYİ” ALMANCI YAPTI

Halbuki herkes Avrupa’ya hayrandı. Avrupa’nın Almancıya bunu yapması imkânsızdı. Peki nasıl oldu? Demek ki Almancı bunu kendi kendine yaptı, bunu yaparken de iki kaynaktan beslendi: İlki paraydı, Almancıyı bozmuştu. İkincisi de gurbette uzun kaldığı için kendi kültürünü unutmuş ve bozulmuştu. İşte Almancı böyle olundu. Zihinlere yerleştirilmeye çalışılan bu kurguyu kabul etmek mümkün değildir.

BİZ “ALMANCILAR”

1960’lı yıllardaki “gurbetçi” profiline bakıldığında; dil yok, yüksek tahsil yok, tamamı işçi, şehir hayatına yabancı, toplumsal olaylarda hiçbir inisiyatif alma gücü olmayan bir kitle mevcuttu. 2023 yılına gelindiğinde kitlenin yüzde 70 oranında daha üst düzey bir toplumsal yapıya evrildiği görülür.

AVRUPALI TÜRKLER

Türkiye’deki toplumun aynı süredeki değişikliğinin yüzde 40’da kaldığı düşünüldüğünde kimin ne durumda olduğu belli olur. Avrupalı gençlerde dil öğrenme, meslek sahibi olma, yüksek tahsil yapma, iş kurma ve düzenli işlerde çalışma oranı daha yüksek çıkmıştır. Ayrıca boşanma, aile içi şiddet, suçluluk oranları ve toplumun dezavantajlı kesimlerine olan ilgi ve özen konularında da Avrupalı Türkler oldukça yüksek puan almışlardır.

Bu istatiksel bilgileri vermemizin amacı, bir tarafın diğerinden üstün olduğunu iddia etmek değil, bilakis tek taraflı olmanın gerçekleri görmemeye sebep olduğunu açık bir delille sunmak istememizdir.

KİN VE ÖFKENİN SEBEBİ

Peki Almancıya olan bu önyargı, nefret, kıskançlık ve çekememezlik neden? Son 20 yılda ne oldu da bu insanlar birden istenilmeyenler oldu?

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye bir atasözümüz var. Gurbet insanının dışlanmasında elbette bizzat gurbet insanının davranışlarının etkisi de vardır ama bunun toplumsal etkileşimler içerisinde genele atfedilecek (etkileyecek) düzeyde olmadığı açıktır. Örneğin izine giden “gurbetçinin” önceleri araba ile sonraları lüks araba ile gitmesi, alışverişi bolca yapması, lüks restoranlarda yemek yemesi, cebinde fazla para taşıması vb. bunlar açıklanabilir durumlardır. İzin psikolojisi, hasretlik ve güvende olma duyguları ile bu davranışlar kısmen açıklanabilir, fakat diğer bir kısım insanın bunu gösteriş amaçlı yapıyor olması da söz konusu olabilir.

“GURBETÇİ” VATANI UZAKTAN DA OLSA SEVER…

“Gurbetçi”nin dışlanmasının ikinci ve en belirgin sebebi ise siyaseti kirli emelleri için kullanan menfaatperestlerdir. Siyasi emeller için 8,5 milyon insanı toplumda günah keçisine çevirmek ve saf Anadolu insanının düşmanlığını bu kitlenin üzerine yoğunlaştırmak tam anlamıyla insana ve özelde Anadolu insanına yapılan en büyük ihanettir.

İnsan kaynaklarını bu kadar hoyratça harcamak ve yeri doldurulmayacak bir şekilde bu kaynağı imha etmek akıl ve insaf sınırları dahilinde değildir. Hiçbir ülkede görülmeyen bir değersizleştirme siyaseti ile ülkenin geleceğinde çok büyük işler yapacak bu kitle doğmadan boğmak istenmektedir. Dördüncü neslin okullarda iyi dereceler alması, üçüncü neslin iş insanları olarak toplumda saygın yerler edinmesi artık sıradan bilgiler arasında görülmektedir.

Peki bu kadar önemli olan insanlar neden çok çabuk gözden çıkarılmaktadır? Siyasi emeller menfaat merkezli gelişirse insan değerini kaybeder ve çıkarlar her şeyin üzerinde olur, işte Almancıların başına gelen de budur. Vatanı sevmek ve vatan için çok uzaklardan da olsa bir şeyler yapmaya çalışmak vatanı önemsiz gören siyaset için bir tehlikedir.

SON SÖZ

Üzerinde durmaya çalıştığımız meselenin merkezinde aldatma ve aldanma olduğu unutulmamalıdır. Sözüm ona sokak röportajları ile oluşturulan algıların sebep olduğu tecavüz, darp, soygun ve itibarsızlaştırma çalışmaları sadece ekran görüntüleridir. Amaç batı Avrupa’da yetişmekte olan üst düzey donanıma sahip insanları vatanlarından koparmak ve onları ötekileştirmektir.

Artık herkes bir ulusun sadece ulusal sınırlar içinde yaşayanlardan oluşmadığını kabullenmelidir. Batı Avrupa Türküleri vatanımız için bir fırsat ve bir değerdir.