Göçmenliğin Çıkmazı: İki Dünya Arasındaki Tek Dünya
- YAZARLAR
- 9 Kasım 2022
Allah rahmet eylesin, Almanya’nın Solingen kentinde 29 Mayıs 1993 tarihinde kundaklanan evlerinde ailesinin 5 ferdini de kaybeden Mevlüde Genç de bu dünyadaki süresini tamamladı ve dar-ı bekaya uğurlandı.
Bakıyorum da o yangında iki kızını, iki torununu ve bir de yeğenini kaybeden Mevlüde Genç bu acılara ve her zaman o dehşetli anların gölgesinde Almanya’da yaşamayı tercih etti. Neredeyse 30 yıla yakın bu acılarla yaşadı. Ama acısını intikama dönüştürmedi, dönüştürmek isteyenlere de müsaade etmedi. Fakat, illa da “memleket”ine, “yurdu”na defnedilmek istedi.
Bu konuda Mevlüde Genç ana yalnız değildir. Müslüman göçmenlerin neredeyse hepsi desek de, siz bundaki istisnaları biliyorsunuz, buralara defnedilmek istemiyor.
ALMANYA Mevlüde Genç Türkiye’de DefnedildiBunun birçok sebebi olduğunu biliyoruz. Ama herhâlde en önemli sebebinin Avrupa ülkelerinin bu göçmenlere “yurt” duygusunu, “yurt” psikolojisini veremediğidir. Üstelik, o göçmen, “yurdum, memleketim” dediği eski vatanının vatandaşlığını terketmiş, hayatının önemli bir bölümünü, bazen de tümünü “yabancı” bir ülkede geçirmiş, çocuklarının ve torunlarının artık o ülkeyle vatandaşlık bağı kalmamıştır. Buna rağmen, öldükten sonra illa da o “bağsız” olduğu “yurdun toprağına” defnedilmek istemektedir.
Hatırlayınız, zamanın Almanya Başbakanı Helmut Kohl, evlatlarını kaybetmiş Mevlüde anaya neden taziye ziyaretinde bulunmadığını “Taziye turizmine ihtiyaç yok” gibi aşağılayıcı ve üsten bakan sözleriyle gerekçelendirirken aslında bir “yurt” hatırlatması da yapmıştır. Bu yüzdendir ki, Mevlüde ana ve Mevlüde ana gibiler, isterlerse hayatlarının tamamını bu ülkelerde geçirsinler gönüllerindeki “yurt”ları başka yer olmuştur.
HAYAT Sahi, Sizin Vatanınız Hangisi?Bir başka mesele de, Avrupa’daki idarelerin mezarlıklar siyasetidir. Her şeyden önce, kimi nadir şehirlerde Müslümanlara küçücük bir kabristanlık tahsis edilse de, Müslümanların ölüm, defin ve defin sonrası algıları ile bugün mevcut mezarlıklar politikaları tamamen zıttır. Onun içindir ki, yaşarken değilse de, yaşamın bitmesinden sonra Müslümanlar hiç değilse “yurt” dediği ülkelerinde defnedilmek istiyorlar.
Aslında bu durum, Türkiyeliler söz konusu olduğunda da aynıdır. İstanbul’da vefat eden birisi, İstanbul’a geldiği kentte, kasabada ya da köyde defnedilmek ister. Bunun içindir ki, Avrupa’da vefat eden bir Türkiyelinin Türkiye’de defnedilmesini doğrudan “yurt” meselesine de bağlamamak gerekir. Evet, belki de büyük bir meseledir, ama, görüldüğü gibi bu “yurt” meselesi “yurt içinde” de vardır. Halbuki İslami gelenekte, bir kimse nerede öldüyse orada defnedilir.
Mevlüde ananın, acılarının kaynağı olan yerde yaşaması, defnedilince illa da Türkiye diye ısrar etmesi, göçmenliğin iki arada bir derede misali, çıkmazını da ortaya koymaktadır. Fakat bunu olumsuz olarak değerlendirmemek lazım. Çünkü bizim iki dünyamız vardır ve bu iki dünya da bizim tek dünyamızın bir parçasıdır.