Değişen Zaman Değil İnsandır

Değişen Zaman Değil İnsandır

Dört mevsimle, on iki ayla, elli iki hafta ile bir çağda yaşıyoruz. Saniye değil, salisesini bile değiştiremeden yaşıyoruz. Doğan güneşin bir salise önce batmasını sağlamamız mümkün değil. Allah’ın yarattığı seneler, mevsimler, aylar, haftalar, günler, saatler, dakikalar, saniyeler ve saliseler üzerinde oynamamız mümkün olmadığı gibi, Allah’ın indirdiği sureler, ayetler, kelimeler ve harfler üzerinde oynamamız da mümkün değil. Saatin üzerinde gezinen akrep, güneşin doğuşuna ve batışına namaz vakitlerinin giriş çıkışına etki etmez.

Zaman değişmez, zamanda yaşayan insanlar değişir. Çağlar, mevsimleriyle, aylarıyla günleriyle aynıdır. Bu çağlarda çağlayan ırmaklar da aynıdır. Ama çağlayanlarda abdest alanlarla, çağlayanları kirletenler değişmektedir. Onun içindir ki, Rabbimiz asra/çağ’a yemin ederek, bütün insanların zararda olduğunu şöylece beyan buyuruyor: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”[1]

ÖMÜR DENİLEN SERMAYE…

Bir testere gibi her nefes alışımızda ömür sermayemiz kesiliyor. Her nefes verişimizde de kesiliyor. Nefeslerinize kulak verin veya kalbinizin atışlarını dinleyin. Her atışı, sayılı olan kalp atışlarını eksiltiyor ve her insan zarar ediyor. Ancak, Allah Teâlâ’nın buyurduğu üzere iman edenler, ameli salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler zarar etmezler, aksine kazanırlar.

Dünyaya geldiği andan başlayarak, her insan, her can ömür sermayesini tüketmeye başlıyor. Müminler her nefeste Allah için ameli salih işlerse,  karşılığında hem dünyada hem de ahirette iyilik görür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.”[2]

ÖNCE İMAN!

Sermayesi Allah tarafından verilen ömür, hakkı tavsiye ederek geçirilmelidir. Hakkın çoğulu olan hukuk tavsiye edilmelidir. Ömür sermayesini verirken, karşılığında iki dünyayı cennete dönüştürmeye gayret gösterilmelidir. Bunun için de önce iman, sonra ameli salih, sonra hakkı tavsiye, sonra sabır tavsiye edilmelidir. “İmanı yok ama çok iyi insan” sözü “temeli yok ama çok iyi çatı” der gibi bir şeydir.

Yapılması günah veya sevap olmayan işler vardır. Bu işleri yapanlar da ömür sermayesini karşılıksız harcayanlardır. Halbuki can her şeyden tatlı olduğu hâlde, en değerli sermaye karşılıksız olarak harcanmış olur. Her nefes, hakkın emrettiklerini yerine getirme ve getirtme, yasakladıklarından uzak durup, uzak durdurmadan geçmelidir. Bu yolda engeller çıkar ise sabırla yürünmelidir.

“NEREDE O ESKİ…?”

“Nerede o eski ramazanlar?”, “Nerde o eski âlimler?”, “Nerede o eski şairler. “Bizim zamanımızda filan şair vardı..” gibi sözler, bu sözü söyleyenin artık şiir okumadığının mazereti gibidir. “Kitap okunuyor mu?” sorusuna “Eskisi gibi okunmuyor” cevabı alınıyor. Kişinin kendisi kitap okumayı bırakıverdi ya, herkesi kendisi gibi zannediyor. Bu sözler, gönlü yaşlanmış insanların sözleridir. “Bizim zamanımızda meyvelerin tadı bir ayrı idi” diyen babanın, çocuğunun bugünün meyvelerinde bulduğu tadı bulamadığını ifade eder.

Gözümüzün feri gibi, kulağımızın duyma zayıflığı gibi, tat alma duyumuz da zayıflar da farkına varmayız ve kabahati meyvelere buluruz. Gönül denizi, ömür boyunca atılan keder, hüzün, gam, stres, üzüntü pislikleriyle bulandırılmamalı. O zaman insan her yaşın kendine göre tadını almaya devam eder.

Şair ne güzel söylemiş: “Gözü dünya mı görür aşıkı didar olanın?”. Sevdiğine doğru koşan insanın ayağına diken batsa, onu görenlerin yüreği dayanmaz ama, sevdiğine koşanın ayağına batan dikenden haberi olmaz. Doğum yaparken ağlayan annenin, doğan çocuğun ağlamasıyla acıları sevince dönüşür.

İnsanoğlu ağlarken hüzün gözyaşları döker, gülerken ise sevinç gözyaşları. İkisinin de kaynağı aynıdır. Hüzünle keder, geceyle gündüz gibidir. Birbirini izleyerek gider ve gelirler. Onun için Rabbimiz: “… Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kaybettiklerinize yerinmeyesiniz, verdiklerine de sevinmeyesiniz diye.”[3] buyurmuştur. Yunus Emre de bu ayeti: “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim”, “Aşkın ile övünürüm. Bana seni gerek seni” diye tercüme etmiştir.

“VAKİT NAKİTTEN DEĞERLİDİR”

Mevlânâ, Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatır: Adamın biri bir kuş yakalar ve yemek ister. Kuş ona “Beni bırak, ben sana üç nasihat edeyim.” der. Kuş adamın elinde iken “Olmayacak şeye inanma.” der. Adam, kuşu bırakır. Kuş duvarın üzerine konar ve oradan adama “Geçen şeye üzülme.” dedikten sonra “Benim karnımda on dirhemlik inci vardı. Seni ve bütün neslini zengin edecekti.” deyince adam bağırıp çağırmaya başlar. Adam, “Üçüncü nasihatini de yap” deyince; kuş “Öncekileri tuttun da üçüncüyü mü söyleyeyim” der ve uçar gider.[4]

Olmayacak şeylere inanmayalım. Elden giden fırsatlar için üzülerek vakit geçirmek yerine zamanın değerini bilmeye ve ondan yararlanmaya devam edelim. Bir damla sudan, bir ekmek kırıntısından, bir nefesten hesaba çekileceğimizi unutmadan yaşayalım. Kanuni Sultan Süleyman ne güzel söylemiş: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Zamanın ve sıhhatin kıymetini bilelim; hayırlı işlerin peşinden neticesini alıncaya kadar koşalım. Zamanımızı plansız ve programsız bir şekilde harcamayalım. Her ne kadar “Vakit nakittir” denilse de vaktin nakitten daha değerli olduğunu unutmayalım. Çünkü nakitte ancak vakit ile elde edilebilir.

 

Kaynak: Erkam Sohbetleri, PLURAL Publications GmbH

 

[1] Asr suresi, 103:1-3.

[2] Tevbe suresi, 9:111.

[3] Hadîd suresi, 57:23.

[4] Mevlana Mesnevi, Tahir-ul Mevlevi tercümesi, 14655-14666 numaralı beyitler.