Bütünleşme ve Erime Kıskacında..Göç..
- YAZARLAR
- 21 Ekim 2021
Göç olgusu, eski çağlardan beri kavim ve toplulukların tarihinde mevcut olan bir gerçekliktir. Hatta kavimler göçü ismiyle maruf M.S. 350-800 yılları arasında Avrupa’ya yapılan şiddetli insan göçü, insanlık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Geçmişteki bu ve benzeri göçler kimi medeniyet ve kültürlerin yok olmasına, kimilerinin ise yenilenerek güç kazanmasına yol açmıştır.
Günümüzde de siyasi, sosyal ya da ekonomik nedenlerle bireylerin ya da toplulukların yaşadıkları yerleri geride bırakarak, başka bir yerleşim yerine ya da başka bir ülkeye gittiklerine şahit olmaktayız. Söz konusu olan leylek, turna ve kırlangıç gibi kuşların göçü değil de insan olduğunda, durum daha kompleks bir hâl almaktadır. Zaten mevzubahis olan insan ise, olaylar karışık bir hâl almaya her daim müsaittir.
“Habitat”ın farklılaşması, yani yer ve çevrenin değişimi, insan açısından çok farklı zorlukları ve imkânları bünyesinde barındırmaktadır. Çevresine intibak sağlama hususunda, insanın sahip olduğu kabiliyete hayret etmemek mümkün değildir. Artı elli derece sıcaklıktaki çöllerde de eksi elli derece soğuktaki kutuplarda da hayatını devam ettirebilmektedir. Ancak bu uyum sağlama yeteneği, sadece coğrafi ve biyolojik alanla sınırlı kalmamaktadır. Kültürel farklılıklarla baş edebilme ve inançlarından kaynaklı hayat tarzını çeşitli ortamlarda sürdürme kabiliyetine de sahiptir.
Meseleyi daha somut ve güncel olarak ele alırsak, Avrupa’daki mevcut Müslümanların entegrasyonu tartışmalarına kısaca değinebiliriz. Başka bir coğrafyadan, çok başka tarihsel şartların şekillendirdiği inanç ve kültür atmosferinden gelmiş olan göçmenlerin, Avrupa’daki mevcudiyeti kimileri tarafından sorun olarak görülmektedir. Ve bu sorunun yegâne çözümü olarak sunulan reçete, entegrasyon adı altında kültürel asimilasyonu çağrıştıran anadilden ve kültürden vazgeçerek, göçmenlerin çoğunluk toplumu içinde erimesidir. Yani eriyerek, baskın kültür ile bütünleşmesidir. Asli değerlerine yabancılaşarak, paradoksal bir surette Avrupalı toplum içerisinde yabancılıktan kurtulmasıdır.
Halbuki, bu sorunun üstesinden gelme ve toplumla bütünleşmenin, komplikasyonları daha az olan sağlıklı yolları mevcuttur. Çeşitli din, dil ve kültür mensuplarının kendi orijinlerini koruyarak toplumla bütünleşmeleri mümkündür. Esasında, tarihteki büyük medeniyetler, farklı kültürel alt şubelerden müteşekkil bir yapı arz etmişlerdir. Çeşitli kültürleri, medeniyetlerini renklendirip zenginleştiren bir değer olarak görmüşler ve ölümcül olan tek tipleştirme hatasına düşmemişlerdir. Tarihte ise, bu anlayışın en mümeyyiz örneği Endülüs’tür. Ve orada “Convivencia” diye isimlendirilen, birlikte yaşam imkânıdır. Bu da, nasip olursa başka bir yazımızın konusu olacaktır.