Bayramlar Bayram Ola!
- HAYATSürmanşet 2
- 10 Mayıs 2023
Bayram denince günümüzde yaşanılan bayramlar için hafif bir memnuniyetsizlik edasıyla “nerde o eski bayramlar?” diyen birçok insan var ya hani… Yoksa siz de onlardan mısınız? Sürekli geçmişe bir özlem içinde, bugün yaşanılan her şeye bir kusur bulanlardan mısınız? Peki, eski bayramlar ile bugün yaşanılan bayramlar arasında ne fark var? Efendim, eski bayramlarda samimiyet vardı. Saygı, sevgi vardı. Büyük büyüklüğü, küçük küçüklüğünü bilirdi. Şimdi öyle mi? Her şey yapmacık, her şey sıradan. Peki, değişen bayramlar mı yoksa bizim alışkanlıklarımız mı?
BAYRAM NE DEMEK?
Bayram ne demek her şeyden önce? “Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.” Başka bir tanımı: “Özel olarak kutlanan gün” demektir. Kelime anlamı olarak ise sevinç ve neşe anlamlarına geliyor. Yani bayram dediğimizde sevinç ve neşe akla geliyor. Ama sevinci, coşkuyu yaşamak için önce onu hak etmek, hakkını vermek gerekmez mi? Kutlamak için kutlamayı hak edecek bir emek, bir performans gerekiyor. Yani önce emek sonra yemek.
YAZARLAR Kulluk Sözleşmesine Vefa
RAMAZANDA KULLUK VAZİFESİ
Ramazan Bayramı için uzun bir hazırlık sürecinden geçmek gerekiyor. Recep ve şaban aylarında, gelmekte olan ramazan için manevi yönden ciddi bir hazırlık başlıyor. Hatta üç aylara özel duamız bile var. “Allah’ım, recep ve şabanı hakkımızda hayırlı ve mübarek kıl, bizi ramazana ulaştır.” Ramazan ayına erişince âdeta kulluk vazifemiz, ayrı bir boyuta taşınıyor. Oruca zihnen hazırlandıktan sonra ilk teravihle özlem bitiyor. Ardından sahura kalkıyoruz. Akşama kadar oruç tutuyoruz. Ama sadece aç susuz kalmak değil oruç dediğimiz. Gıybet etmemek, kul hakkı yememek, elimize, gözümüze, kulağımıza hâkim olmak. Haramlardan uzak durmaya gayret etmek. Ve akşam ezanı ile açılan oruçlar, misafirle bereketlenen iftar sofraları. Hüzünlü gönüllerle varılan naz makamı, içten yapılan dualar, candan yalvarıp yakaran kalplar ve dudaklar. Müthiş bir atmosfer.
MÜSLÜMAN KENDİNE YONTMAZ
Müslüman, keser gibi sadece kendine yontmaz. “Orucumu tuttum, sofrayı donattım, iftarı açtım, tıka basa doydum, Allah’ım sana şükürler olsun” tutumu Müslüman’a yakışmaz. Müslüman yer, yedirir. Giyer, giydirir. İftar sofrasını zenginler kulübü buluşmalarına dönüştürmez. Yoksulları sofranın başköşesine oturtur. Fitre ve zekâtlarını, milim milim hesaplar ama milim milim vermez. Fazlasını verir. Ayrıca verirken, öyle bir büyüklenme öyle bir kibir havası içinde olmaz. Varlığın asıl sahibini bilir ve kulların sadece bir emanetçi olduğunu unutmaz.
MANEVİ İKLİM
Ramazanın manevi iklimini, iliklerine kadar hisseder Müslüman. Sıla-i rahim yapar. Anne baba, akrabalar başta olmak üzere eşe dosta ziyarete gider. Aramayanı arar, sormayanı sorar, küs oldukları ile barışır, küsleri barıştırır. Eksikleri görmez, kusurları örter. Nifaka geçit vermez, kalbinden kiri ve kini söküp atar. Tartışmaya girmez, polemikten uzak durur. Haklı çıkmaya ve haklılığını ispat etmeye çalışmaz. Zalimin karşısına “elif” gibi dikilirken, Müslüman’a karşı “vav” gibi eğilir.
Fitre, ramazan ayında verilirken; zekât ve sadakalarımız yılın her günü verilebilir. Ama genel temayül zekâtı da ramazan ayında verip; ramazanın feyz ve bereketinden azami yararlanma ümididir. Müslüman zekâtını ve sadakasını verirken seçici olur. Zekât vereceği insanların gerçekten ihtiyaç sahibi olmasına özen gösterir. Şayet zekâtını nakit olarak değil de elindeki ticari ürünlerden vererek yerine getiriyorsa; satılma ümidi kalmamış, ıskartaya çıkmış ürünlerden vermez. Allah’ın razı olacağı şekilde adeta Rabbinin huzuruna çıkarılacak ürünlerden vermeye özen gösterir. Yani yemediğini, giymediğini, satılamayanı, geri dönüşüme veya çöpe gidecek ürünleri zekât diye yutturmaya çalışmaz.
HAYAT Sadaka, Allah Rızasına Erdirir
İHTİYAÇ SAHİPLERİNİ ÖZ YAKINIMIZ GİBİ GÖRMEK
Yardıma, vermeye en yakınından başlar bu doğru. Ama ihtiyaç sahibi olan en yakınından. Zekâtın kimlere verileceği bellidir. Sadaka herkese verilebilir. Lakin bu yardımlaşmayı, “sen, ben, bizim oğlan” şeklinde aile içinde tutmak, akraba olmayan ihtiyaç sahiplerini ihmal etmek de doğru değildir. Özellikle Müslüman kardeşlerimiz, büyük sıkıntılar yaşarken; bizim onları görmezden gelmemiz doğru değildir. Yani ihtiyaç sahiplerini de öz yakınlarımız gibi görmeliyiz. Fiziksel olarak uzakta olabilirler ama manevi olarak onlara ne kadar yakın olduğumuzu göstermeliyiz.
DEPREM BÖLGESİNE YARDIMLAR SÜRMELİ
Özellikle Kahramanmaraş merkezli depremlerde evini, arabasını, dünyalık her şeyini kaybeden kardeşlerimizi listenin başına yazmalıyız. On bir ili ve on beş milyon insanımızı doğrudan etkileyen bir afet yaşadık. Belki bizim yardımlarımız can kayıplarına çare olmaz ama hayatta kalanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için her birimizin desteğine çok ihtiyaçları var. “Deprem için yardım yaptım, yardımımı gönderdim” deyip kenara çekileceğimiz türden bir afet değil. Afetin yıkımı öyle büyük ki, yardımlarımızın çok olması ve sürekli olması gerekiyor. Elbette her birimizin deprem bölgesine gitme ve yardımları doğrudan ulaştırma imkânımız olmayabilir. Bu nedenle yardımlarımızı ya devletin resmî kurumları aracılığı ile ya da güvenilir sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla ulaştırıyoruz. İşte bu kurum ve kuruluşlara yardım bağışında bulunurken cömert olmak zorundayız. Başka türlü yaraların sarılması gerçekten çok zor.
KULLUK GÖREVİ
Müslüman Rabbine karşı kulluk görevini yerine getirdikçe özgürleştiğini hisseder. İslam’ın helal kıldığını helal, haram kıldığını haram bilir. Meşruiyet sınırlarını buna göre belirler. Sınırın dışına çıktığında şeytan ve nefsin kölesi olacağını bilir. Rabbine kul olur, dünyasını ve ahiretini küle çevirmez.
Müslüman, “başımı ne yana çevirsem, günaha davetiye var” mazeretine sığınmaz, sığınamaz. Adına modern(!) yaşam dediğimiz şu dünyada müreffeh bir yaşam, harama bulaşmadan sağlanmayabilir. Bankası, sosyal ilişkileri, ticari işlemleri, aile hayatı, çocukların akademik başarıları gibi birçok konuda kişisel çabamızın çok üstünde ve gücümüz yetmeyen sistemler dayatılıyor olabilir. Ama bizi bunlarla imtihan eden yani imtihanın sahibi de biliyor, içinde bulunduğumuz koşulları. Ve bu koşullarda Müslüman’ın, İslam’ı yaşama gayreti, İslam dairesinde kalabilme çabası Rabbimizin çok hoşuna gidecektir.
Hâsılı oruçla, namazla, zekâtla, tesbihatla, zikirle, şükürle, infakla geçen dolu dolu bir aydan sonra Müslüman, bayramı hak etmez mi? Manevi olarak duygusallığın zirve yaptığı, gönüllerin huzur bulduğu, kalplerin mutmain olduğu bir aydan sonra bayram vaktidir. Allah’ı ve Resulü’nü seven Müslüman; Allah’ın ve Resulünün de kendisini sevmesi ve kendisinden razı olması için olağanüstü bir çaba göstererek hak eder bayramı. Bu nedenle kıymetlidir bayram. Sevginin, kardeşliğin, dostluğun ve barışın egemen olduğu özel zamandır bayram. Böylesine kıymetli bir bayramı, özel hâle getirdikten sonra eskiden yaşanmış olsa ne olur? Günümüzde yaşansa ne olur? Değişen bayramlar değil. Biz değişiyoruz, alışkanlıklarımız değişiyor. Bayramlar, bayram ola!
*yusufyesilkaya@gmail.com