Azim, Kararlılık ve Vefanın Simgesi: Nûreddin Zengî ve Minberi

Azim, Kararlılık ve Vefanın Simgesi: Nûreddin Zengî ve Minberi

Büyük Selçukluların Halep atabeyi olan Nûreddin Mahmud Zengî 1118 yılında Musul’da dünyaya geldi. Selçukluların kudretli sultanlarından Sultan Alparslan’ın has adamlarından olan Aksungur’un torunudur. Dedesi Aksungur, Alparslan’ın vefatından sonra sultan Melikşah’ın yanında yer alarak onunla birlikte Suriye seferine katılmış, neticesinde Halep, sultan tarafından kendisine ikta olarak verilmiştir. Ayrıca Sultan, Selçuklu Devleti’ne olan katkılarından dolayı Aksungur’u onurlandırmış ve Halep’e vali olarak atamıştır. 1094 yılında Aksungur’un vefatının ardından yerine vâris olarak tek oğlu olan İmâdüddin geçti. İmâdüddin, 1127 yılında Selçuklu Sultanı Mahmud tarafından Musul valiliğine tayin edildikten sonra Biladüşşam’ın birçok bölgesinde hâkimiyet kurarak Zengî Devleti’nin temellerini atmış oldu. İmâdüddin Ortadoğu coğrafyasında Haçlılara karşı ilk defa düzenli bir mücadele sergilemeyi başarmıştı. 1146 yılında Ca’ber Kalesi kuşatması sırasında bir kölesi tarafından uyurken şehit edilince İmâdüddin’in devleti ikiye bölünmüş, Musul ve civarı oğlu I. Seyfeddin Gazi’ye, Halep de bir diğer oğlu olan Nûreddin’e kaldı.

TARİHİN İLK ADALET SARAYI

Nûreddin, babasının gözetiminde iyi bir dinî tahsil görmüş, hadis ilmine son derece vâkıf ilim ehli biriydi. Ayrıca küçük yaştan itibaren binicilik ve atıcılık hususlarında da oldukça güzel bir eğitim almıştı. İdaresini üstlendiği halka karşı adil bir yönetim sergilemesinden, tarihte bir ilk olarak Dımaşk’ta “Dârüladl” kurumunu (Adalet Sarayı) kurmasından ve haftanın belli günlerinde kendisinin de kadılarla birlikte oturup davalara bakmasından dolayı “Adil Hükümdar” olarak İslam dünyasında nam salmıştır. Tarihe Nizamülmülk’ten sonra en çok medrese yaptıran hükümdar olarak geçen Nûreddin, ilmî bir canlanma gerçekleştirerek halkını Bâtınî-Şii etkilerden korumuş ve Sünni uyanışa can katmıştır. Ünlü tarihçi İbn Esîr’in, “Ben İslam öncesinden tutun bugüne kadarki bütün hükümdarların hayatlarını inceledim. Râşid halifeler ile Ömer b. Abdülaziz hariç Nûreddin’den daha güzel, daha temiz, daha adaletli ve daha insaflı bir hayat yaşamış olan bir hükümdara rastlamadım.” sözleri onun kişiliğini ve yaşamının İslam’a uygunluğunu gözler önüne sermektedir. O teheccüd namazlarını dahi kaçırmayacak kadar ibadete düşkün bir hükümdardı.

3 HEDEF VE HAYAL

Nûreddin’in gerçekleştirmek istediği üç büyük hedefi ve hayali vardı. Bunların ilki, Müslümanlar arasında birlik oluşturmaktı. İslam âlemini bir hilafet etrafında birleştirmenin önündeki en büyük engelin Mısır’daki Şii-Fâtımî devleti olduğunu düşünüyordu. Politikalarını Sünni karşıtlığı üzerine bina eden Fâtımîler içeride Sünnilere göz açtırmadıkları gibi dışarıda da Haçlılarla ittifaklar kurarak Sünni devlet ve beyliklere zarar veriyorlardı. Ehl-i sünnet mezheplerinin kitaplarını yasaklayarak Mâlikî mezhep âlimlerini idam etmişler, teravih namazlarını yasaklamış ve cemaatle namaz kılmayı gereksiz görmüşlerdi. Ayrıca ezanı da değiştirmişlerdi. Bu sebeplerden dolayı Mısır’ı ele geçirmek için fırsat kollamakta olan Nûreddin’in beklediği fırsat 1164 yılında eline geçti. Bu tarihte Mısır’ın devrik veziri Şâver, Dımaşk’a gelerek koltuğunu kaptırdığı Dırgâm’a karşı Nûreddin’den yardım istedi. Bunun üzerine Nûreddin, eline geçen bu fırsatı değerlendirerek Eyyûbî ailesinin liderlerinden Şîrkûh’u yeğeni Selahaddin ile birlikte yanlarına bir grup asker vererek Mısır’a gönderdi. Nûreddin’in emri ile Şîrkûh’un komutası altında Mısır’a üç sefer gerçekleştirildi. Ancak üçüncü seferde Mısır’a girilebildi. Şâver bertaraf edilerek Fâtımîlerin vezâret makamına Şîrkûh, onun vefatından sonra da Nûreddin’in naibi sıfatıyla Selahaddin geçti. Adaletle hükmetmesi ve halka oldukça cömert davranması halkın Selahaddin’e bağlanmasını sağlamıştı. Artık halkın sevgi ve desteği Selahaddin’in arkasındaydı. Bu destek ile ülkenin hâkimi konumuna gelmişti. Fâtımî halifesi artık göstermelik bir makamdan ibaretti. Selahaddin kademeli olarak Mısır’da Sünni Müslümanlara uygulanan baskıları kaldırıp onları devlet kademelerinde görevlendirerek Şii-Fâtımî devletinin siyasi hâkimiyetini fiilen bitirdi. Ezanı asli şeklinde okuttu ve Şâfiî âlimleri Mısır’a getirterek irşad çalışmaları başlattı. Böylece Fâtımîler siyasi hâkimiyetlerinden sonra dinî hakimiyetlerini de yitirmiş oldu. 1171 yılında da Mısır’ın bütün camilerinde hutbeleri Abbasî halifesi adına okutarak fiilen sona ermiş olan Fâtımî Devleti’ni resmen sona erdirdi. Böylece Nûreddin’in en önemli hedeflerinden ve hayallerinden biri olan İslam birliği Selahaddin’in eliyle gerçekleşmiş, İslam âleminde yaklaşık iki buçuk asırdır sürmekte olan iki başlılık sona ermiş oldu.

Kudüs’ün Fethi

Nûreddîn’in ikinci hedefi ve hayali Kudüs’ün yeniden fethiydi. Bu onun en büyük hayaliydi. Mısır’ı almasının en büyük sebeplerinden birisi de buydu. Çünkü Mısır alınmadan ve İslam birliği kurulmadan Kudüs’ün Haçlılardan temizlenmesi mümkün değildi.

İlk olarak 638 yılında Hz. Ömer döneminde fethedilen Kudüs 1099 yılına kadar Müslümanların elinde kalmıştır. Bu tarihte Papa II. Urban’ın Avrupa’yı ayaklandırarak Haçlı Seferlerini başlatmasının ardından Avrupa’dan gelen Haçlılar İslam dünyasında birçok Haçlı devlet ve devletçiği kurdular. Kurulan bu devletlerden birisi de Kudüs Haçlı Kontluğu’dur. Kudüs’ü Fâtımîlerden alan Haçlılar şehre girdiklerinde günlerce süren katliamlar gerçekleştirmişler, Mescid-i Aksâ alanındaki Kubbetü’s-Sahre ve Kıble Mescidi’ni kiliseye çevirerek kubbesinin üzerine haç yerleştirmişlerdi. Ayrıca Mervan Mescidi’ni de ahır olarak kullanıyorlardı.

Bu olay İslam dünyasını yasa boğmuştu. Nûreddin Kudüs’ü Haçlılardan kurtarmak idealiyle büyümüştü. Çünkü Kudüs peygamberler otağı, isrâ ve miraç mucizesinin gerçekleştiği yer olması ve Mescid-i Aksâ’ya sahiplik yapması itibarıyla İslam âlemi için mukaddes bir şehirdir. Aslında o, Kudüs’ün fethedileceğinden çok emindi. Öyle ki fetih gerçekleşmeden 20 yıl önce (1168) Mescid-i Aksâ’ya ve El-Halîl Camii’ne konulmak üzere Ahşap iki minber yaptırdı. Her bir minber 12.000 parçadan kündekâri tekniğiyle üzerine Kur’an ayetleri ve tarihî kitabeler nakşedilerek yapıldı. Fakat tarihler 1176’yı gösterdiğinde (Kudüs’ün fethinden 12 sene önce) Zengî Şam’da rahatsızlanarak vefat etti. Zengî’nin komutanlarından ve Eyyûbî Devleti’nin kurucusu Selahaddin Eyyûbî Haçlılarla yaptığı mücadelede onları 1182 yılından itibaren savunma pozisyonuna girmeye zorladı. Selahaddin 1187 yılında toplu bir taarruz başlattı ve Hittîn’de onları bozguna uğrattı. Artık sıra Kudüs’e gelmişti. 12 günlük bir muhasaradan sonra Hz. Peygamber’in miracının yıl dönümüne denk gelen 27 Recep 583’te Kudüs’ü fethetti. Selahaddin Eyyûbî Kudüs’ü fethettikten sonra bu ikiz minberleri Halep’ten getirterek birini Kıble Mescidi’ne diğerini ise el-Halîl Camii’ne koydurttu. Böylece Nûreddin’in en önemli hedeflerinden biri daha Selahaddin’in eliyle gerçekleşmiş oldu. Bu arada şu notu da belirtmekte fayda var: Tarihler 21 Ağustos 1969’u gösterdiğinde, Denis Ruhan adlı Avustralyalı bir fanatik, Mesih’in gelişini hızlandıracağına düşüncesiyle Mescid-i Aksâ’yı yakma girişiminde bulundu. Çıkan büyük yangında Zengî minberi ile birlikte yüzlerce yıllık birçok tarihî eser kül oldu. Sonrasında içinde Türkiye, Ürdün ve Suriye’nin de bulunduğu bir konsorsiyum tarafından minberin tamirine karar verildi ve 2007 yılında minber tekrar yerine kondu.

Nûreddin’in üçüncü hedefi ise İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olmaktı. Fakat ömrü buna vefa etmemiş, bu fetih onun vefatından yaklaşık üç asır sonra 1453 yılında Osmanlı sultanlarından Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuştur.

 

KAYNAKLAR

1) Alptekin, C. (1989). “Aksungur”, DİA, İstanbul: TDV Yay.

2) Ebû Şâme, Ş. (2002): Kitâbu’r-Ravzateyn fî Ahbâr-i’d-Devleteyn en-Nûriyye ve’sSalâhiyye, Thk. İbrâhîm Şemseddîn, I-V, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye.

3) İbn Adîm, H. [ty]. Buğyetu’t-Taleb fî Tarîhi Haleb, Thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut: Dârü’lFikr.

4) İbn Esîr, İ. (1963). et-Tarîhü’l-Bâhir fi’d-Devleti’l-Atabekiyye, Thk. Abdulkadir Ahmed

Tuleymât, Kahire: Dârü’l-Kütübi’l-Hadîse.

5) İbn Esîr, İ. (2003). el-Kâmil fi’t-Tarîh, I-XI, Thk. Muhammed Yusûf ed-Dakkâk, Beyrut:Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye.

6) İbn Hallikân, Ş. [ty]. Vefeyâtü’l-Ayân ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, Thk. İhsân Abbâs, I-VIII, Beyrut: Dâr-ı Sadr.

7) İbn Kesîr, İ. (2010). el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XX, 2. Baskı, Thk. Muhyiddîn Dîb Misto, Dımaşk: Dâru İbn Kesîr.

8) İbn Şeddâd, B. (1994). en-Nevâdirü’s-Sultâniyye ve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye, 2. Baskı, Nşr. Cemâlüddîn eş-Şeyyâl, Kahire: Mektebetü’l-Hancı.

9) Kök, B. (2007). “Nûreddîn Zengî”, DİA, İstanbul: TDV Yay.

10) Polaz. Z. (2018). “Kudüs’ün Fethine Giden Yol: Hittiîn Zaferi”. Kudüs ve Mescid’i Aksa. (Ed. Ahmet Ağırakça, Ziya Polat). ss. 426-447.

11) Sallâbî, A. (2010). Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, İstanbul: Ravza Yay.

12) Sallâbî, A. (2014). Zengîler Dönemi, İstanbul: Ravza Yay.

13) Sıbt İbnü’l-Cevzî. (1951). Mir’âtü’z-Zamân fî Tarîhi’l-A’yân, I-VIII, Haydarâbâd: Meclis-i Dâireti’l- Maârifi’l-Osmaniyye.

14) Şeşen, R. (1983). Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi.