“Ayy…Tüh…Yazıııkkk”
- AİLE
- 26 Mart 2024
Bir zamanlar diye başlamak gerek diye düşünüyorum. Aynen öyle, çünkü durumlar çok değişti. Önceleri insanlar beraber geçirdikleri akşam vakitlerinde aileyi ilgilendiren maddi ve manevi sohbetlerin yer aldığı zaman dilimlerini fırsat bilir ve günün yorgunluğunu bu şekilde atarlardı. Aile fertlerinin, birbirlerinde var olan ufak bir moral bozukluğunu dahi farkedebilecek imkânları vardı. Zira birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı konuşurken. Konuları ise kendileri, imkânları ve hayalleri idi.
Göz göze gelmek kaçınılmaz bir gerçekti. Feraset sahibi olabilmenin tüm alt yapısı bir nevi bu akşam sohbetlerinde birbirlerine bakarken oluşturulmuştu. Her birey birbirinin hâlinden anlayabiliyor ve hemhâl olunabiliyordu. Bugün gözgöze gelerek sohbet ettiğimiz nadir yaşanan bir gerçektir. Öyle ki, bırakalım ruh hâlimizi, bedenimizdeki ve hatta yüzümüzdeki bir değişikliği veya yarayı-çiziği bile geç farkeder noktaya gelmiş bulunan topluluklar hâlinde yaşıyoruz. Farkedebilme farkındalığını âdeta kaybetmiş durumundayız.
HAYALLERİMİZİ DİZİLER BELİRLİYOR
Nasıl kaybetmeyelim ki… Gün içerisindeki koşuşturmalar çok hızlı ve yoğun bir şekilde. Bu da ailenin bir araya gelememesinde büyük rol oynamaktadır. Aşkam vakti ailenin tüm bireyleri yorgunluklarımızı atabilmek adına tercihlerimizi ekseriyattan televizyon seyretme yönünde kullanmaktayız. Televizyon seyrederken yüzyüze olmak yerine yanyana konumlarda bulunuyoruz. Seyrettiğimiz diziler zaman içerisinde hem ruh dünyamızı etkiliyor, hem de aile hayatımıza biz farkında bile olmadan yön veriyor. Çocuklarımıza aktarmak istediğimiz ahlak yapımızı seyrettiğimiz diziler ölçüsünde verebiliyoruz. Eşlerimizden, aile fertlerinden beklentilerimizi diziler belirliyor. Özel günlerimizi nasıl değerlendireceğiz ve nasıl kutlayacağız gayreti içerisine girmemize, hayal kurmamıza ve yenilikler üretmemize hiç gerek kalmıyor artık. Hepsinin reçetesi hazır olarak bizlere seyrettiğimiz diziler aracılığı ile aktarılımış oluyor. Aslında bir nevi enerjimizi bunlara harcayıp kafa yormamış oluyoruz. Onun yerine, enerjimizi kullandığımız yer, gerçekteki kendi hayatımızla dizideki sunulan hayatın arasında kalmış olmaya ve kıyaslamalar yapmaya harcamış olmakla gerçekleşiyor.
KİŞİLİK BOZUKLUĞUNA DÖNÜŞEBİLİR
İsteklerimiz kendi isteklerimiz olmaktan çıkmış oluyor zaten. Real hayattan kopuk bir şekilde kendimize dizi içerisinde seçtiğimiz en uygun rolün gerekliliği noktasında bekletiler içerisine giriyoruz. Bazen öyle bir ruh hâli alabiliyorki, “benim falanca dizideki falandan neyim eksik ki bana bu alınmıyor, şu yapılmıyor” şeklindeki ruh hâli, ciddi manada uzman desteğine ihtiyaç duyulabilecek kişilik bozukluğuna kadar ilerleyebiliyor. Çocuklarımıza ahlaklı olmalarını, dürüst olmalarını, imanlı olmalarını, çalışkan olmalarını ve kendi ihtiyaçlarını giderebilecek ve çevresine faydalı insan olabilmeleri donanımı beklentisi içerisinde iken, farkında olmadan onlara rol model olarak sunduğumuz dizi örneklerinde tam da aksine olanı telkin ediyoruz. Evimizde genç kızımız ve delikanlımız eşliğinde seyrettiğimiz ve dizinin bir bölümünde var olan ahlaksız bir davranışa hiddetlenirken, bir kaç bölüm sonra hiddetlendiğimiz ve ahlaksızca bulduğumuz oyuncuya, rolü gereği birden mağdur olmasıyla “ayy…tüh… yazıııkkk…” dediğimizde, yanımızda aynı sahnelere şahit olan gence verdiğimiz mesajın farkında bile olmuyoruz. Zira bu şekilde, aynen şunu aktarıyoruz: Tüm ahlaksızlıkları yapabilirsin, sana kızabiliriz de, ama mağdur olduğun anda konu kapanmıştır ve herşey hiç birşey olmamış gibi devam edecektir. Maalesef yerine ulaşan bu mesaj doğrultusunda hayatını devam ettiren yavrularımız, o söylediğimiz “ayy… tüh..yazıııkk…” olayını kendi hayatlarında anne-babalarından duyamadıklarında ciddi bir hayal kırıklığına uğruyorlar ve güven duygularını kaybediyorlar. Ya da değerler manzumesi yok olan bir nesili ellerimizle zehirliyor ve kültür dejenerasyonuna uğramış bir gençliğe merhaba diyoruz.
ONLARIN HAYALLERİ, HAYALLERİMİZ OLUYOR
İşin bir başka vahim tarafı ise, neredeyse bağımlılık noktasına gelmiş olan, dizi sahnelerini konu alan aile-dost muhabbet ortamlarımızdır. Sanki televizyon dizisi değil de, yanıbaşımızda hatta ailemizde yaşanıyor bu sahneler. Mutluluklarıyla mutluluk duyduğumuz, hüzünleriyle hüzünlendiğimiz aile fertlerimizden oluveriyorlar birden. Onların hayalleri birden hayallerimiz oluveriyor bilinçaltımızda. Artık kendimiz olmaktan bile aciz duruma düştüğümüz diziler var hayatımızda.
BUNA BİR DUR DEMEK GEREK!
Buna bir dur demek ve kendimize gelmemiz gerek. En seçkin gördüğümüz ve ideallerimizle kesişiyor dediğimiz dizilerde dahi mutlaka eleştirisel bir bakışla bakmalıyız. Aile hayatımızı tehdit etme ve ahlak dünyamızı etkilemesine izin vermemeliyiz. Aile bütünlüğümüzü diziler eşliğinde gerçekleştirmek yerine, birlik ve beraberliklerimizde, birbirimizi önemseyecek farklı aktivitelere yelken açmalıyız. Yeniden birbirini tanıyan, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığını bilen, ortak ilgi sahaları oluşturma yolunda gayret sarfeden aileler hâline gelmeliyiz. Boş olan vaktin veya yorgunluğu atma şeklinin farlılıklarını ortaya koyabilmeliyiz. Bu gerekirse aile içinde oynanacak bir oyun olsa bile, veya çocukluk hatıralarımızı yavrularımıza aktarmak ve paylaşmak olsa bile. Köklerimizle ilgili bilgileri paylaşma ve bunları tanımalarına yardımcı olunsa bile. Dedesini-ebesini bilmeyen bir nesilden, çınar ağacının köklerini tanıyan, hayatının içerisinde geleceğine aktarabilen, aile-ecdad sohbetlerimiz olmalı. Elektronik medyanın yanı sıra, yazılı medyaya da aynı ilgi ve rağbeti, tüm ailece, aynı anda vermeliyiz ve bu faaliyeti gerçekleştirmeliyiz. Aile demek, sadece birbirine kan bağı olup birarada yaşayan insanlar demek olmamalıdır. Aynı zamanda aynı hedefe kilitlenmiş, zengin kültür değerlerini birbiriyle paylaşan ve nesilden nesile birbirine aktaran ve içerisinde bir düzeni olan bir kurum olarak yaşanmalıdır. Herşey aslına rücu ettiğine göre, aile hayatımızda yeniden aslına rücu etmeli ve canlı ve hayat bulan hâle gelmelidir.