“Avrupa’da İslam Kültürü Nesilden Nesile Aktarılmalı”
- HAYAT
- 20 Mart 2020
Sayın Yargı hukuk deyince ne aklımıza gelmeli?
Hukuk kelimesi sözlük anlamı itibariyle “hak” kelimesinin çoğulu olup “haklar” demektir. Fakat hukuk denince bu anlamdan çok hukuk bilimindeki terim anlamı aklımıza gelir ki kısaca “toplumda devlet müeyyidesiyle uygulanan kurallar” demektir.
İslam hukukunu, “beşerî hukuk” dediğimiz hukuktan ayıran temel özellikler nelerdir sizce?
İslam hukuku tabiri ile; temelde Allah ve Resulü’nün (s.a.v.) belirlediği, sonra fakihler tarafından geliştirilen, temelde ilahî yönü olan, fakat geliştirilmesi bakımından beşerî yönü de bulunan hukuk sistemi kastedilir. Beşerî veya mevzu hukuk, ilahî emir ve yasaklara dayanmayan, insanların kendi akıl, tecrübe ve beklentileriyle oluşturdukları, devlet müeyyidesiyle uygulanan kurallar bütününü ifade eder. Malumunuz “İslam hukuku” tabiri yaklaşık yüz yıllık geçmişi olan ve ilk önce Batılıların kullanmaya başladığı, sonra İslam dünyasında da kullanılmaya başlayan bir tabirdir. Bizim kültürümüzde İslam hukuku yerine “şer’î hükümler”, “şeriat” veya “fıkhî hükümler” terimleri kullanılmış, bu hükümleri inceleyen bilime de “fıkıh ilmi” denilmiştir. Fıkıh, sadece devlet müeyyidesiyle uygulanan kuralları değil, ibadetler de dâhil olmak üzere ve üstelik sadece dünyaya yansıyan yönüyle değil ahirete de yansıyan yönüyle bireysel ya da toplumsal bütün hayatımızda uymamız gereken ya da yapıp yapmamakta serbest olduğumuz tüm kuralları inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilimin uzmanları olan fakihler tarafından tespit edilen kurallara/hükümlere fıkhî hükümler denilir. Bir fakihin şer’î delillerden hareket ile tespit ettiği ve aynı zamanda onun kişisel anlayışını da yansıttığını ima etmek için “fıkhî hüküm” tabiri kullanılır, böylece ortaya konan hükümlerin beşerî yönü ön plana çıkarılmış olur. “Şer’î hüküm” veya “şeriat” denilince ise bu hükümlerin temelde ilahî kaynaklı oluşu ön plana çıkarılmış olur.
Avrupa’da yaşayan Müslüman azınlıklar açısından konuyu değerlendirmenizi istesek ne dersiniz? Yani İslam hukuku dediğiniz şey aslında fıkıh değil mi?
Fıkhî hükümler içinde devlet müeyyidesiyle uygulanan hukuk kuralları bulunduğu gibi, devlet müeyyidesi olmaksızın yapacağımız ibadetlere, ikili ilişkilerimizde hatta tek başımıza kendi özel alanımızda yapacağımız davranışlara ilişkin hükümler de vardır. Bu hükümler beyaz ve siyah gibi sadece yap ve yapma şeklinde emirlerden ibaret değildir. Yapmamızın veya yapmamamızın daha iyi olacağı hatta bunların da içinde ara tonların olduğu veya yapıp yapmamakta serbest olduğumuz hükümler vardır. Avrupa’daki Müslümanların yapacağı en güzel şey, fıkhî hükümler içinde devlet müeyyidesiyle uygulanmayan kurallara; ibadetlere, haramlara ve helallere, menduplara ve mekruhlara gerek bireysel hayatlarında gerekse ikili ilişkilerinde dikkat etmeleri, uygulayabildikleri kadar onları uygulamaları, kendileri Müslümanca yaşadıkları gibi çocuklarını da Müslümanca yetiştirmeleri, nesilden nesile İslam kültürünü aktarmalarıdır. Bu konuda Allah’ın kendilerine yardımcı olmasını niyaz ediyorum. Fıkhın hukuka ilişkin hükümlerine gelince; hukuku devlet uygular, kişiler tek başlarına uygulamazlar. Mesela bir cinayet işlendiğinde cinayetin kasten işlenip işlenmediğini, ne ceza verileceğini mahkeme tespit eder. Ceza uygulamak gerekiyorsa da bu cezayı devlet uygular, kişiler değil. Aile, ticaret, miras ve daha birçok alanda devletin uygulayacağı hükümler vardır. Özellikle kişiler arasında anlaşmazlık meydana geldiğinde, mesela bir alış verişte satıcının alıcıyı aldattığı iddia edildiğinde kişiler kendi aralarında uygun şekilde anlaşamazlar ise mahkemeye başvurulur, mahkeme bu anlaşmazlığı sona erdirir.
Bundan hareketle Müslümanların azınlık olarak yaşadığı yerlerde ve çoğunluk olarak yaşadığı yerlerde bu anlamda farklılıklar var mı?
Devlet müeyyidesiyle uygulanan kurallar bakımından önemli olan devletin hangi kuralları uyguladığıdır. Müslümanların o ülkede azınlık veya çoğunluk olması arasında bu açıdan fark yoktur. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi devlet, İslami hukuk kurallarını uygulamıyorsa güçlerinin yetmediği durumlarda Müslümanların Allah katında mazur sayılacaklarını ümit ederiz. Bununla birlikte Avrupa’daki Müslümanlar İslam’ı ve hükümlerini, yaşadıkları ülkenin insanlarına çeşitli vesileler ve araçlar ile anlatmalılar, onları bilgilendirmeliler. Müslümanların Müslümanca yaşayabilmeleri için, başkalarının haklarına tecavüz sayılmayacak haklı taleplerini resmî ve gayri resmî ortamlarda dile getirmeliler, bu taleplerinin yerine getirilmesi için demokratik eylem ve çabalarını devam ettirmeliler. Okullarda, iş yerlerinde, her alanda talepkâr olmak gerekir. Müslümanca yaşamanın nasıl olduğunu başkası düşünemeyebilir. Müslümanların bunu uygun bir şekilde dile getirmesi gerekir. Mesela işyerlerinde namaz kılabilecekleri bir ortam yoksa onun oluşturulmasını talep etmeliler. Çocuklarını gönderdikleri okullarda dinî hassasiyetlerine dikkat edilmesini talep etmeliler. Talepkâr olmak gerekir. Gerekirse bazı problemleri uluslararası düzeye taşıyabilirler. Bazı konularda uluslararası kongreler tertip ederek probleme dikkat çekebilirler. Müslümanlar, dinlerinin emirlerine uymalarının din, inanç ve vicdan hürriyetinin bir sonucu olduğunu her zaman kamu oyunun ve siyasetin dikkatine sunmalıdır. Müslümanlar medenî hukuk alanına giren hususlarda mümkün olduğunca kendi aralarında fıkhî hükümleri uygulamanın yollarını aramalıdır. Gerekirse arabulucuk gibi sistemler ile veya ilmine güvendikleri kişilerin verecekleri hükme razı olup aralarında anlaşıp sonra mahkemelerde bu anlaşmalarını tespit ve tescil ettirerek bazı hukukî engelleri aşmanın yollarını bulabilirler. Tabii ki bu tür işlemlerde sistemi bir bütün olarak değerlendirecek Müslüman ilim adamları ve ilgili ülkenin hukukunu iyi bilen uzmanlar ile istişare yapılarak önceden bir yol haritasının belirlenmesi, daha doğru uygulamalar ve verimli sonuçlar elde etmek için gereklidir.