Akıllıların Deliliğine, Akıl Hastanesindeki Deliler Güler!
- HAYATSürmanşet 2
- 2 Mayıs 2023
Önceki bir yazımızda veli gibi konuşan deli Don Kişot’tan bahşetmiştik de ona “Şu bizim Don Kişot” demiştik ya… Bazı okuyucularım, benim neyi kastettiğimi, neyi hicvettiğimi ya da neyi övdüğümü benim kastetmediğim manalara yorup benim adıma kendileri hükmetmişler. Olsun, ama lütfen Müslümanlığımıza sığmayacak bir imaya da girmesinler. Bu izahtan sonra yazacaklarımın, söyleyeceklerimin hiçbirinin bu konuyla ilgisi olmadığını da “Billâhi” diyerek pekiştirmek istiyorum. Yazdıklarımın öncelikli muhatabı olarak hep kendimi görmüşümdür. Eleştirdiğim konularda kendime bir ders yazmışımdır. Lafım ona, buna olsa da en sonunda kendime, yani banadır lafım.
Bu girizgâhtan sonra, meseleyi akıllığa değil de deliliğe getirmek istiyorum. Hani bizim Don Kişot dahi bir deli değil miydi!?
Delilik üzerine yapılan en güzel tanımlardan birisini Yağlıkçızâde Ahmet Rifat Efendi’nin yazdığı Tasvir-i Ahlâk kitabında bulmuştum bir zamanlar. Tabii ki, birbirine çok benzese de şu Rotterdamlı Erasmus’un “Deliliğe Övgüsü” gibi değil. Erasmus, deliliği övmez, akıllı olmanın para etmediği, sadece cezayı mucip olduğu bir dönemde işi deliliğe vurur da akıllıların deliliklerini eleştirir.
İDRAK EDİCİ KUVVETLERİN ALTÜST OLMASI
Amma Ahmet Rifat Efendi der ki, “Görüşüp konuştuğumuz akıllıların içinde öyle deliler vardır ki, yaptıkları deliliklere akıl hastanesindekiler bile güler.”
Ahmet Rifat Efendi’nin bu ifadesi günümüze ne kadar uyuyor değil mi? Şu yer yüzünde nice insanlar vardır ki, akıl hastanesine düşmek durumunda olan delileri bile güldürecek kadar akıllıdırlar. Öyle değil mi ki?
Ahmet Rifat Efendi konuyu cinnete yani deliliğe getirir. Der ki: “Cinnet (Delilik): İdrak edici kuvvetlerin altüst olmasıdır. Bu kuvvetlerin bozulması sebebiyle insan vicdânî tasavvur ve iradesini kaybeder de kendi kendisinin yabancısı olup, hayâli tesirlerinin mağlûp ve oyuncağı olur ve çoğu zaman muntazam ve birbirine bağlı olmayan fikir ve istekleri tarafına gitmeye kendisini bırakır.”
Tam da bizim içinde yaşadığımız durumu izah eden bu ifadeleri biraz daha açmaya çalışan Ahmet Rifat “Sözün kısası deli” der, “Kendi amel ve davranışlarının sorumlusu olmaktan kurtulmuş bir hayvan hükmündedir.”
DELİLER SADECE AKIL HASTANESİNDE BULUNMAZ
Nerede bu deliler, diye soracak olursanız, onu ben bilemem. Lakin, Ahmet Rıfat Efendi’nin ifadesinden de anlaşılıyor ki, akıl hastanesinde delilerin çok az kısmı bulunmaktadır. Diğerleri ise aramızda akıllı, akıllı dolaşmaktadır.
Bunun içindir ki “Delilerin hepsi akıl hastanesinde bulunur sanılmasın.” diyen Ahmet Rifat Efendi, bu durumu şu vecih sözüyle açıklama ihtiyacı duyar: “Görüşüp konuştuğumuz akıllıların içinde öyle deliler vardır ki, yaptıkları deliliklere akıl hastanesindekiler bile güler.”
Kendi zamanındaki deliliklerin bazılarını da sıralamaktan çekinmez Ahmet Rifat Efendi. Bir kısmı bugün bizim için de geçerli olacak akıllıların delilikleridir bunlar. Şöyle ki:
“Kışın av merakına düşerek sıcak odayı bırakıp tavşan ardında karlı dağları dolaşanlar ve zevk diye sabaha kadar işret âleminde zehirlenip bu zehir sonunda ahirete gidenler ve halka gösteriş yapmak için malını telef edip elde sıfır kalanlar deli değil de nedir?”
Ya şuna ne demeli?: “Bunların en çok teessüfe şayan olanı borç ile sefihâne bir şekilde düğün yapıp sonra evini barkını satmaya mecbur olanlar ile havadan para kazanacağım diye ellerindekini havaya atanlardır.”
Ve Ahmet Rifat Efendi damardan girmeyi de ihmal etmez: “Nefsânî arzularına mağlûp olup ve o arzunun çektiği fuhşiyat tarafına koşanlar da delilik zincirinin dışında değildir.”
[box]“Nefsânî arzularına mağlûp olup ve o arzunun çektiği fuhşiyat tarafına koşanlar da delilik zincirinin dışında değildir.”[/box]
AKILLI OLDUĞUNU ZANNEDEN DELİLERE NASİHAT
Her ne kadar Ahmet Rifat Efendi bu nasihatini akıllı olduğunu zanneden deliler için yapmasa da, “bu da bizden olsun” misali insanlarla iyi geçinmek, insanlar hakkında hep iyi niyetli olmak gereklidir. Yine burada Ahmet Rifat Efendi, iyi niyetin istismarına karşı uyanık olmayı tavsiye etse de iyi niyet beslemekten vazgeçilmemesi gerektiğine vurgu yapar.
İnsanlar hakkında iyi niyet beslemeyi bize “Hüsnü zan” tarifi ile anlatan Ahmet Rifat Efendi: “İnsanlar hakkında iyi fikir ve güzel düşünce beslemek demek olan hüsnü zan, insanların birleşip kaynaşmasını ve sevgilerini bir mıknatıs gibi çeker.” der.
Sonra da şu uyarıyı yapar: “Bize lâzım olan insanlara iyi gözle bakmak, insanlar hakkında iyi şeyler düşünmek ve daima hayırla dua etmektir.”
Mesele insanların akılları ya da delilikleri ile uğraşmak değildir. Amma etrafımız akıllı olduklarını zanneden delilerle dolup taştığına göre, yine de erdemli insanların üstünlüğünü Ahmet Rifat Efendi’nin “Hüsnü nazar” vasfı ile ortaya koymak istediği ahlâkî üstünlükten bahsetmeden olmaz. Hüsnü nazar vasfını, “Kötülüklerden arınmış selim kalp sahibi olanlarda bulunan şerefli bir haslettir. Bu güzel haslete sahip olanlar halkın ayıplarını görmek istemezler. Tesadüfen görülürse bile yaymak istemezler ve kimseyi ayıplı diye küçük görmek istemezler.” şeklinde tanımlar.
Tam da burada “Furkan suresinin 60. ayetini hatırlatır. O ayette buyurulur ki: ‘O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) ‘selam’ derler (geçerler). (Furkân suresi, 25:60)”