Bizi Dirilten Ramazan Gelenekleri!
- MANŞETSürmanşet 2
- 18 Mayıs 2020
Prof. Dr. Mehmet Zeki İşcan hoca ile söyleşimizde de okuyacağınız gibi din bir medeniyet inşa ediyorsa, evrensel bir boyut kazanması ve tüm insanlığa seslenebilir bir özelliğe bürünmesi mümkün olabilecektir.
Bu yüzdendir ki, bazıları geçmişte kalsa da hâlâ yürürlükte olan pek çok geleneğimizin temeli dinî kültüre, dinî medeniyete dayanmaktadır. Öyle ki, bu geleneklerin icrasında karşılaşılabilecek olanca insanî inceliklerin her birinin kaynağı yine dinî bir kuralın, yorumu, o kuralın hayata uyarlanması olarak karşımıza çıkıyor.
Meselâ, ramazan ayı geldiğinde, özellikle, gıda ve temel ihtiyaçların giderildiği mekânlar olan dükkan ve bakkallardaki borç defterlerinin kapatılması geleneği, temelini dinden alan hakikî bir medeni davranıştır. Bu defterler kapatılırken, ödeme yapan Müslüman tanınmıyor olmaya, borçluyu da bilmemeye özen göstermesi ne ince bir medeniyetin ürünüdür ki, şimdilerde hayalimizde kalır.
Hayır, son yıllarda Türkiye’de ortaya çıkıp bu medenî geleneğimizi sürdüren birkaç nadir isimsiz kimseleri yok saymıyorum burada. Demek istediğim, bugün borçlu olan kimselerin unutulup tamamıyla piyasanın insafına terkedilmesidir.
BORÇ DEFTERLERİ: ZİMEM
Şimdi şu hikâyeyi okuyalım. Buna hikâye demek sadece, meseleyi ifade etmek içindir. Aynı zamanda, olayı ifade etmedeki yetersizliğimizin de işareti.
Düşünün, bir bakkal işletmecisiniz. Borç defteriniz kabarmış. Sahiplerinin zaten imkânı olsa hemen ödeyecekler. Çünkü her borçluyu ve her müşterinizi çok iyi tanıyorsunuz. Siz orada bir aracı değil, içinde yaşadığınız mahallenin temsilcisisiniz de.
Ramazan ayında sizin de daha fazla ihtiyacınız olacak. Ama defterleriniz, borçlu insanlarla dolu.
Birden karşınızda biraz da çekinerek, borç defterini isteyen bir kişiyle karşılaşıyorsunuz. Halbuki siz, acaba ne isteyecek diye düşünüyorsunuz. Bu kişi, imkânı var ve eğer defterin hepsini kapatmak istiyorsa sadece toplam ne kadar tuttuğunu soruyor. Yok, bir miktar kapatmak istiyorsa, en zor durumda olanlar hangileri diye onları soruyor. Bir de bu ihtiyaç sahipleri için ek para bırakıyor.
Siz, hem şaşkın hem de memnunsunuz. Lakin, size borcu olan borçlular bu borçları bir namus ve şeref meselesi olarak biliyorlar. Onun için de borçlarını kimin ödediğini bilmek istiyorlar.
“Beyim! Yarın bana bu borçları kim ödedi diye sorarlarsa?!” diye soruyorsunuz. Aldığınız cevap ise: “Abdullah’dan bir Abdullah. Yani, Allah’ın kullarından bir kul.” cevabı alıyorsunuz.
Çünkü siz bu kimseyi tanımadığınız gibi, o kimse tanınmamak için kıyafet, mahalle hatta semt değiştirmiş.
Ne dersiniz, ne hissedersiniz. Bakkal olarak “şunlar da benden” diyerek bir kısım borçları da siz silmez misiniz?
KAPILARI TAM OLARAK AÇIK EVLER
Ramazan ayında bizleri dirilten, dip diri tutan geleneklerimizden birisi de, evlerin kapılarının açık olma geleneğidir.
Kapılarını sonuna kadar açan haneler, mutlaka o gün veya hatta, tüm ramazan ayı boyunca bu kapılarını, “Tanrı misafiri”ne açarlar.
Çünkü o misafir davetsiz davetlidir ve onu hanenize Allah nasip etmiştir.
Gelen misafirin, kim olduğu, nereli olduğu, ihtiyacının olup olmadığı da önemli değildir. Önemli olan, misafir oluşudur ve açık bırakılan kapıdan girerek, sizin ikramınızdan yiyerek şereflendirecek kimsedir.
Değil miydi ki, “Bir oruçluyu Allah rızası için iftar ettiren”den Allah razı olacaktı. Gelenin kim olduğunun ne önemi vardı ki?
TEMBİHNÂME
Gerçi, doğrudan ahaliyi ilgilendiren bir gelenek olmasa da, ahali her ramazan öncesinde bu tembihnameleri dikkatle takip ederdi.
Tembihnameleri devlet hazırlar, dükkânlara, bekçilere ve imamlara iletir, onlar da insanlara bu tembihnamedeki uyarıları aktarırdı. Bu ramazanda cemiyet içerisinde nelere dikkat edileceği, meselâ küçük çocukların gece geç vakte kadar sokaklara bırakılmasına müsaade edilmeyeceği gibi detayları ihtiva eden tembihlerden birisi de şuydu:
“Ey davulcular! Gayr-ı Müslim mahallelerde davul çalınmayacak!”
Bunu zaten davulcu da biliyor da, ama, idare, ne olur ne olmaz diye bunu bir devlet yönergesi olarak yayınlayarak işini sağlama alıyordu.
Bakın sadece bu üç gelenek bile, Müslümanların bugün hâlâ özlediği bir gelenek değil mi?