“Din Hür İrade İşidir; Baskı Kabul Etmez!”

“Din Hür İrade İşidir; Baskı Kabul Etmez!”

Hocam, Müslümanlar, insanları zorla İslam’a girmeye zorluyorlar mı? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) döneminde böyle bir şey oldu mu?

Maalesef, bu coğrafyalarda Müslümanlara en fazla sorulan ve İslam tarihindeki bazı uygulamalardan dolayı, ilmi boyutunu bilmeden, sebep ve sonuç ilişkilerini araştırmadan, önümüze getirilen konulardan birisi budur. Bu soruyla Müslümanlar baskı altına alınmak istenmektedir. Tabi bazen de bilgi edinmek için bu tür sorular sorulmaktadır. Din özgürlüğü, azınlıkta yaşayan Müslümanların enine boyuna bilmesi, enine boyuna idrak etmesi gereken konulardan birisidir.

İslam’da din hürriyetini anlatan bir kıssalardan birisi Necd bölgesinin Beni Hanîf kabilesinden Yemame halkının reisi Sümame bin Usâl’in hikâyesidir. Sümame, İslam’a düşman, bir rivayette Efendimize de saldırmış, Müslümanların baş düşmanı Kureyş ile işbirliğine girmiş, Müslümanları ekonomik ve hukuken köşeye sıkıştırmak isteyen ve Müslümanlara savaş ilan eden Kureyşlilerle birlikte müttefik idi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir müfreze göndererek Sümame bin Usâl’i yakalattı.

O dönemin tahıl ambarları Sümame bin Usâl’in elindeydi. Kureyşin Mekke müşrik devletinin de en büyük bir tedarikçisiydi.

Sümame’ye ‘Ya Müslüman ol, ya da seni öldüreceğiz.’ mi denildi?

Elbette hayır! Kainatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Sümame’nin mescide bağlanmasını kendisine iyi bakılmasını emretti. 3 gün boyunca mescitte bir direğe bağlandı, yemeği verildi. döşeği serildi. Sümame, Müslümanların hangi şartlarda efendimizle birlikte olduklarını orada görebildi, gözlemleyebildi. Her sabah namazı vaktinde efendimiz, Sümame’nin yanına gelir: “Ey Sümame kendini nasıl hissediyorsun? Benim sana ne yapmamı bekliyorsun?” derdi. Sümame de “Ey Muhammed! Sen, intikam almak istiyorsan ben bunu çoktan hak ettim. Zira ben sana düşmanlıkta zirve oldum. Ancak eğer bağışlarsan benden hayır görürsün. Mal istersen istemediğin kadar veririm!” dedi.

Peygamberimiz bu teklifi kabul etti mi?

Bu üç gün hep aynı devam etti. Sonunda Efendimiz ashabın o meraklı bakışları altında “Bırakın Sümame’yi gitsin!” buyurdu. Ashâb şaşırdı. Böyle büyük bir düşman nasıl bırakılabilir, büyük bir ganimet elden nasıl çıkartılabilirdi?

Ama kainatın efendisi Muhammed Mustafa (s.a.v.) Sümame’nin bırakılmasını emretti. Adeta yayından fırlamış bir ok gibi sevinçle yerinden ayrıldı Medine-i Münevvere’nin dışına doğru çıkınca düşünmeye başladı. 3 gün boyunca mescitteki ahengi, kardeşliği, zerafeti, kulluğu, dayanışmayı, paylaşmayı düşündü.

“Ancak böyle bir din hak din; böyle bir dinin peygamberi de ancak Allah’ın rasulü olabilir.” dedi.

Peygamberimizin yanında mı dedi?

Sümame, yola çıkıp gitmişti. Ama geri döndü ve mescide girince: “Ya Muhammed ben düşündüm, tefekkür ettim. Vallahi senin dinin hak üzere olan bir dindir!” dedi ve şehadet getirerek iman etti.

Şöyle dedi: Ya Muhammed! Vallahi bugüne kadar senin yüzünden daha çok nefret ettiğim bir yüz yoktu. Ama bugün senin yüzünden daha çok sevdiğim bir yüz yok. Vallahi bugüne kadar senin dininden nefret ettiğim kadar başka bir din yoktu. Ama bugün senin dinini sevdiğim kadar başka bir din yok. Vallahi bugüne adar senin belden kadar nefret ettiğim bir şehir yoktu. Ama bugün senin şehrini sevdiğim kadar hiç bir şehir yoktur. Ya Muhamamed! Ben umreye gitmek üzere yola çıkmıştım. Umre yapayım mı?” dedi. Efendimiz onun İslamiyete girmesinden dolayı memnun oldu ve umre izni verdi.

Sümame’nin Müslüman olmasını tam olarak nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Anlatmaya çalıştığım şu: Peygamberimiz “Dinde zorlama yoktur.” ayet-i kerimesinin gereği tutsak olan birine Müslüman olmayı teklif etmedi. Çünkü İslam’ı hür iradesi ile kabul etmiş olmazdı. ‘Sana ne yapmamı bekliyorsun!” diyerek onun Müslüman olmasını arzulamasına rağmen asla ona “Müslüman ol!” teklifinde bulunmadı.

Çünkü din hür irade ile kabul edilebilecek bir şeydir. İman, hiç şüphesiz, gönül işidir. Bir dini benimsemek ve ondan ayrılmak kişinin hür iradesine bağlıdır. Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de Müşrik arapların ve kitap ehlinin yanılgılarına işaret edip onları doğru yola davet etmekle beraber, din konusunda asla baskıcı olmayı emretmemiştir.

Bu bağlamda Bakara sûresinin 256. ayetinde de mealen şöyle buyrulmuştur. “Dinde asla zorlama yoktur. Doğruluk iyice sapıklıktan iyice ayrılmıştır. Kim tağutu inkar eder, kim insanları sapıtan şeyleri tanımaz ve Allah’a iman eder, işte o kimse gerçekten sağlam bir kulpa yapışmış olur. Asla ve asla o kulp kopmayacaktır.”

Kehf sûresinin 29. ayetinde de inanın hür iradesi ile dini kabul etmesi gerektiği şöyle buyurulmaktadır. “Şöyle söyle: Rabbinizden hak gelmiştir. Hakikat, rabbinizin yanındadır. Sizden dileyen iman etsin, dileyen de inkar etsin.”

Dolayısıyla iman, hür iradenin bir sonucu olmak zorundadır!

Evet! Dileyen iman eder, dileyen inkar eder. Yine Yunus sûresinin 99. ayetinde: Efendimizin iman etmesi için çalışması, arzu etmesinden dolayı şu ayeti inmiştir.

“Eğer senin rabbin dileseydi yer yüzünde olanların tamamı iman ederdi. Sen insan insanlara baskı mı yapıyorsun? Onlar Müslüman olsun, inansınlar diye Ey Muhammed!” buyurulmaktadır. Allah, bu ayetlerde bize, insanların hür iradeleri ile iman etmeleri gerektiğini ifade etmektedir.

“Dinde zorlama yoktur!” ayetinin iniş sebebindeki olaylar da aynı manaya mı geliyor?

Bu konuda iki rivayet vardır. Birincisi, Ensarlı kadınların bazen çocukları erken vefat ederdi. Bazıları Beni Nadir Yahudilerine hizmetçi ve evlatlık olarak adarlardı. Beni Nadir kabilesi ihanet ve anlaşmalarını bozmalarından dolayı Medine’den sürülünce Ensar, çocuklarının Haybere gitmemeleri için Efendimize geldi ve “Ya Muhamamed! Evet bunlar Yahudi, ama, bizim çocuklarımız. Ne olur onların İslam’a girmesi için baskı yap! Müslüman olsunlar da burada kalsınlar.” dediler.

Ayetin iniş sebeplerinden birisi de Salim bin Avf oğulları çocuklarının Hıristiyanlığa geçmesi üzerinedir. Salim, çocuklarının tekrar İslam’a girmesi için Peygamberimizin onları ikna etmesini, baskı yapmasını istedi. Ama ayet “Dinde zorlama yoktur!” buyurdu.

Yani ayetler sadece o dönemdeki belirli olayları anlatmıyor?

Bu ayetler sadece Efendimiz dönemine ait hükümler taşımaz. Kıyamete kadar manası bakidir. Her zamanı kuşatır. Dolayısıyla ‘dinde zorlama yoktur’ ayetini çok iyi anlamamız lazım. Ayetler, inanç konusunda baskı ve zorlamanın dinde yeri olmadığını ifade eder.

Allah Rasûlü, ilahi mesajlar konusunda asla baskıcı olmamış, bu konuda görevlendirilmemiş, görevi yaparken baskıcı ve zorlayıcı olmaması gerektiği ifade edilmiştir.

Peki hocam, dine nasıl davet edileceği ile ilgili başka ayetler var mı?

Şimdi size burada bir kaç tanesini nakledeyim.

Nahl sûresinin 125. ayet-i kerimesi, davet metodunun nasıl olması gerektiğini açıkça izah eder: “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle çağır. Güzel öğütle çağır. Onlarla güzel bir şekilde mücadele et. Muhakkak ki senin Rabbin doğru yolda olanları da sapıtanları da en iyi bilendir.”

Âl-i İmrân sûresinin 104. Ayeti şöyle buyurur: “Sizin içinizden öyle bir topluluk olsun ki, hayra çağırsın, doğruyu emretsin. Yanlışı nehyetsin, çirkini kötüyü engellesin. Gerçekten kurtuluşa eren onlardır.”

Din hususunda bizimle tartışmaya girenlere karşı nasıl davranmamız gerekiyor? Bazen bizi çok suçluyorlar!

Ankebût sûresinin 46. ayetinde bu konu mufasssal bir şekilde açıklanmıştır.

“Ehl-i kitapla, içlerinde aşırıya giden düşmanlık yapanlar hariç, onlarla güzel bir şekilde mücadele edin. Şöyle deyin: Bize indirilene ve size indirilene de biz iman ettik. Ve sizin Allah’ınız da ilahınız da bizim ilahımız da birdir. Biz ona iman edici, ona teslim olucuyuz.”

Peygamberimizin Necran Hristiyanları ile olan tartışması da bu konuda bizim için önemli bir usul belirliyor!

Efendimiz, Necran Hristiyan heyetini iki haftaya yakın kabul etmiş, kendi mescidinde onlara ibadet edecek yer ayırmış, onlarla dini konularda tartışmış, ama onlara İslam’a girmeleri için baskı yapmamıştır.

O zaman, din özgür bir seçimdir diyebilir miyiz?

Din akıl sahipleri için, akıl sahibi insanlar içindir. İnsanlar kendi hür iradeleri ile kabul ederlerse iman etmiş olurlar. Çünkü din, hayra çağıran Allah’ın ilahi manzumesidir. Din, insanları hayra çağıran ve insanların doğru işler yapmasını sağlayan Allah’ın kuralıdır. Buda özgür irade ile kabul edilmelidir.

Dinin özünde iman, imanın özünde kalp vicdan vardır. İman kalbe yerleşmemişse o iman, iman değildir. Zorla imanı, iman diye kabul etmemişlerdir.

İşin sırrı güzel davranmak, özgür iradeye sahip çıkmak hür iradeye saygıda bulunmak bu şekliyle de insanların hür iradesine değer vermektir.

Efendimiz Hz. Ali’ye komutanlık görevi verince, Hz. Ali, düşmanları ile mücadele edeceğim diye şiddetli bir ifade kullanınca ona şöyle buyurdu: “Ey Ali, yavaş ol! Allah’a yemin olsun ki, senin sayende bir insanın doğruyu, hidayeti bulması, dünyanın ve içindekilerinin senin olmasından daha hayırlıdır.!” diye buyurmuştur.

Özet olarak bunu nasıl ifade ederiz hocam?

Bizim vazifemiz, doğru bildiklerimizi anlatmak, doğruyu yaşamak, emr-i bir maruf ve nehy-i ani-l münkerdir. Baskıcı olmak değildir. Baskı ile iman kalbe yerleşmez.