İslam’ın Siyasi Değerleri (I)

İslam’ın Siyasi Değerleri (I)

Bugün bildiğimiz anlamda ulus bir devlet olmasa da, Arap kabile federasyonu diye niteleyebileceğimiz bir idare tarzı ortaya çıktı. Toplumsal sözleşme hüviyeti taşıyan Medine Vesikası ile, içerisinde Müslüman, Müşrik ve Yahudilerin bulunduğu, tarafların ise tek ümmet sayıldığı ve Hz. Peygamber’in hakem kabul edildiği bir siyasal birliktelik tesis edildi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatıyla, kendisinin sahip olduğu politik önderliğin ardılı olarak, sahabenin içtihadı ile haleflik pozisyonunu oluşturuldu. Halife diye nitelenen bu idare makamına, sahabenin meşvereti ile Hz. Ebû Bekir getirildi. O’nun vefatı ardından sırasıyla Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali birbirinden farklı yöntemler ile iktidara geldi. Raşid halifeler dönemi diye kabul edilen bu dört halife dönemi sonrasında ise, fethedilen Bizans ve Sasani topraklarından devralınan siyasal kültürün sonucu olarak, Emeviler ile birlikte saltanat ve hanedanlık şekli benimsendi. Ortada Hilafet isminde bir makam vardı. Lakin, Bizans Kayserlerini ve Sasani Kisralarını andırır bir saltanat mevcuttu. Bu durum 3 Mart 1924 yılında Hilafet kurumu ilga edilene (kaldırılana) kadar devam etti. Yüz yıldır ise, Müslümanların ortak siyasal iradesini temsil eden bir makam mevcut değildir.

Esasında, dört halife sonrasında, yani bin dört yüzyıldır, ümmetin özgür iradesiyle belirlediği bir yönetim makamı yoktu. Bilakis, ümmetin siyasal iradesinin zor yoluyla gasp edildiği tiranlık ve diktatörlük yönetimi mevcuttu. Muhakkak aralarında, Ömer b. Abdulaziz gibi istisnaları vardı. Lakin onlarda sistemi değiştirecek kudrete malik olamadılar. Hadis literatüründe var olan; “Benden sonra hilâfet otuz yıl devam edecek, ardından ısırıcı bir saltanata dönüşecek.” haberi ayniyle gerçekleşmiştir.

Hilafet kurumunun yapısal içeriğine baktığımızda, kendisine kutsiyet atfedeceğimiz bir hususun olmadığı düşüncesindeyim. Geçmiş nesillerin kendi yaşadıkları çağda sahip oldukları hakimiyet kültürü ve ilişkilerini, Hilafet adı altında sistemleştirdiklerini görmekteyiz. İslam dünyasının mevcut sorunlarını gerçekçi biçimde tespit ve tahlil etmekten uzak olanlar, efsaneleştirdikleri hilafet düzeninin gelmesiyle düzlüğe çıkacakları zehabına kapılmaktadırlar. Zaten günün sorunlarını çözemeyen toplum ve milletler, maziye sığınır ve tarihte tatile çıkarlar. Sosyopolitik yapının haraççı tarım imparatorluklarından ulus devlete evrildiği, sosyoekonomik olarak ise, tarım üretiminden sanayi kapitalizmine ve oradan da bugünkü finansal kapitalizme evrildiği bir çağda, siyasal yapı olarak hilafet hayalleri kurmak zihni gelişmemişliğin en bariz örneğidir. Müslümanların tarihteki siyasal yapısını özetlediğimize göre, gelecek yazımızda İslam’ın siyasal değerlerini ele almaya başlayabiliriz.