Amvâs Veba Salgınında Olanlar

Amvâs Veba Salgınında Olanlar

Biz, “şu korona virüs salgını insanların aklını aldı” desek de siz buna, “hayatını aldı” deyin. Zira, insanda akıl olmayınca hayat olsa ne yazar. “Sokağa çıkmayın” emri geldiğinde, “Sokağa çıkmadık, AVM’de toplandık. Bir şey olmaz.” diyen insanların sayısı milyonları aşar. Bu durum bir ülkeye de hâs değildir.

Bu yazımızda, bir örneklik teşkil etmesi bakımından İslam tarihini çok uzun yıllar etkileyecek bir salgından bahsetmek istiyoruz.

Peygamber Efendimizin vefatının üzerinden daha 6-7 yıl geçmiştir: Miladî 639 yılıdır. Filistin’in de dahil olduğu ve Şam bölgesindeki Emmaus Nicopolis denilen Amvâs kentinde bir salgın hastalık baş gösterir. O sırada Şam valisi Yezîd b. Ebû Süfyân (r.a.), İslam orduları komutanı da Ebû Ubeyde b. el-Cerrah (r.a.)’tır. Halife ise Hz. Ömer (r.a.).

Çıkan salgın öylesine etkili olmuştur ki, ashabın erkek-kadın önde gelenlerinin hayatını kaybetmesi ile sonuçlanır. Bunlar arasında, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Muâz b. Cebel, Fadl b. el-Abbas, Şurahbîl b. Hasene, Süheyl b. Amr, Utbe b. Süheyl, Hâris b. Hişam, Ebû Mâlik el-Eş’arî, Ebu’l Esved ed-Düvelî, Bilal bin Rabah, Şam valisi Yezîd b. Ebû Süfyân da bulunmaktadır ve toplamda 25-30 bin Müslüman hayatını kaybetmiştir.

 

Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın Görüş Ayrılığı

 

Şam’a bir ziyaret düzenleyen ve Serğ denilen yere geldiğinde salgın haberini alan Hz. Ömer hemen üç ayrı heyet toplar. Birinci heyet ilk muhacirlerdir. İkinci heyet ise Ensâr’ın ileri gelenleri, üçüncüsü de Mekke Fethi sonrasında hicret edenler. Fakat tam bir görüş birliği sağlanamaz. Abdurrahman b. Avf’ın (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya girmeyin. Olduğunuz yerde veba ortaya çıkarsa da oradan ayrılmayın.” buyurduğunu nakletmesi Hz. Ömer’i rahatlatır.

Hz. Ömer bölgeye gidilmemesi taraftarıdır. Ordu komutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’a gelince. İşte burada biraz durmamız gerekiyor. Öyle ki, Ebû Ubeyde, Peygamber Efendimiz tarafından “Ümmetimin emin kişisidir.” diye taltif ettiği kişidir. Öyle ise Ebû Ubeyde’nin tavrı nasıl olacaktır?

 

Allah’ın Bir Kaderinden Diğer Kaderine

 

Hz. Ömer, Ebû Ubeyde’ye: “Amvâs’a dönme, hastalık size de bulaşır.” der. Ebû Ubeyde Medine’ye geri dönmek üzere hazırlanan Hz. Ömer’e: “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” der. Ömer de “Biz, Allah’ın bir kaderinden öbür kaderine kaçıyoruz.” der. Ebû Ubeyde ise “Ben askerlerin başıyım ve askerlerle kalacağım.” cevabını verir.

Fakat hastalık yayıldıkça Hz. Ömer bölgeye dönen Ebû Ubeyde’ye bir mektup yazar ve kendisine ihtiyacı olduğunu bildirerek acilen yanına gelmesini ister. Ebû Ubeyde, Ömer’in niyetini anlar ve gelemeyeceğini “Ey Müminlerin Emiri! Ben Müslüman askerlerden bir askerim. Kendime onlardan farklı bir muamele yapamam. Yüce Allah ben ve onlar hakkında hükmünü verinceye kadar onlardan ayrılmak istemiyorum. Beni kararından muaf tut.” diye bildirir.

Olayın özeti bu olmakla birlikte, aslında Ebû Ubeyde ve kendisini destekleyen Muâz bin Cebel (r.a.) Hz. Ömer ile farklı düşünmezler. Zira, hem Ebû Ubeyde hem de Muâz, Hz. Ömer’in, bölge ahalisini şehir dışına, dağlara ve havanın daha kuru olduğu bölgelere çıkarma emirlerini hiç itiraz etmeden yerine getirirler. Hem de diğer insanlarla beraber Câbiye bölgesine göçerler.

Her ikisinin de bu emirleri yerine getirmesi, Hz. Ömer ile aralarında itikadî bir farklılık olmadığını, fakat, salgına maruz kalanların yanına dönülüp dönülmemesi huşunda şahsî tutumlarının farklı olduğunu gösterir.

 

Salgın Karşısındaki Tevekkül

Allah’ın takdiri, bu hastalığa Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın da yakalanması şeklinde tezahür etmiştir. Hastalığı şiddetlendiğinde insanlar Muâz bin Cebel’den, “Allah’a dua et de şu belayı bizden kaldırsın!” derler. Muâz da Ebû Ubeyde gibi, bu hastalığın ümmete bir rahmet ve Peygamber Efendimizin şehitlik müjdesi olmasını niyaz eder. Muâz özetle “Bu bir bela değil, sizden önceki sâlih insanların ölümüdür. Siz bunu, Allah’ın kullarına acıyıp şefkat ettiği rahmetini, kızdığı bir kavme verdiği azap gibi mi anlıyorsunuz? Bu, Allah’ın size has kıldığı rahmeti ve size mahsus kıldığı şehitliktir. Allah’ım! Muâz’ın ailesine bu rahmetten yeterli nasibi ver.” diye nasihat ve duada bulunur.

Muâz’ın iki oğluna da bu hastalık bulaşır. “Nasılsınız?” diye onlara sorar. Cevapları Kur’an’dan olur:

“Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma!” (Yunus suresi, 10:94) cevabını verirler.

Muâz ise “Sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni sâlih kimselerden bulacaksın.” (Kasas suresi, 28:27) karşılığını verir.

Muâz’ın kendisi de, hastalığa başparmağından yakalanır. Parmağına şu şekilde hitap eder: “Allah’ım! Parmak küçüktür. Onun hakkında bana hayır ve bereket ver. Çünkü sen küçük şeylere de hayır ve bereket verensin.”

Muâz da bu hastalıktan vefat eder. Allah hepsine rahmet eylesin.