Okumanın Alışkanlığı
- YAZARLAR
- 23 Ocak 2020
Okumak bir alışkanlıktır. Alışkanlık ise bir süreçtir. Sürecin de bir kaç boyutu vardır. Bu boyutlardan birisi isteğe bağlıdır, bir diğeri de istek dışıdır. İsteğe bağlı olan süreç aynı zamanda yönlendirilebilir de. Yönlendirilen süreç nihayetinde bir tecrübe olur ve alışkanlık hâline gelir. Söz konusu olan okuma alışkanlığı böyle bir tecrübenin ürünüdür.
Okumak günümüzde neredeyse bir ayrıcalık hâline geldiği gibi, olumsuz değerlendirmelere de muhatap olmaktadır. Okuyanlar bir taraftan takdir edilirken, bir taraftan da fazla akıllı olmamakla suçlanırlar. Bu yüzdendir ki, okumamak yeni bir kültürel alışkanlık oluvermiş durumdadır.
Avrupa’daki Türk gençlerinin okuma alışkanlıklarının azlığından sıkça şikayetler duyarız. Okumayan gençleri savunmak istemem ama, bu gençlerin okuma alışkanlığına varamamalarının da pek çok sebebi olduğunu itiraf etmek durumundayız. Her şeyden önce dil problemi bu gençler için, istisnaları bir tarafa koyarsak, önemli bir engeldir. Dilin bu gençler önünde engel oluşunun en önemli sebebi de, gençlerin bu diller ile aralarında bir aidiyet bağı kuramamasıdır. Zira, hayat tecrübesini kazandıkları Almanca, Fransızca, Flamanca …. dilleri, bu gençlerin ruh dünyalarına hitap etmemektedir.
Geriye “Gençlere o zaman Türkçe öğretelim” şeklindeki bir başka basma kalıp cümle kalıyor. Ama bu durum, sorunun asıl çözümü değildir. Hatta, burada kullanılan, “öyleyse” ya da “o zaman” gibi şart ifadeleri sorunun hiç de doğru anlaşılmadığını göstermektedir. Çünkü, burada doğmuş, burada eğitim görmüş, hayat tecrübesini burada Almanca, Fransızca, Flamanca …. olarak inşa eden gençler ister istemez Türkçe okumayı da kendilerine yabancı hissedeceklerdir.
Bu ifadeleri abartılı bulabilirsiniz. Ama, işte tam burada, “Öyleyse bildikleri dilden okusunlar!” demek de tespit edilen bu sorunun çözümü değildir. Şimdi sizler bu cümleleri okuduğunuzda, bunları birbirine tamamen zıt ifadeler olarak görüyorsanız, sizi haklı çıkarmayacağım, ama benim söylemek istediğim şey bunların hiç birisi değil. Bu söylenenler sosyolojinin, pedagojinin çözüme kavuşturacağı, siyasetin de belki okullar aracılığı ile çözüm üreteceği toplumsal bir problemdir. Yani sosyo-politiktir. Dolayısıyla okuma alışkanlığının kazanılmasında bütün bunlar önemli bir yer tutmaktadır. Fakat, en önemlisi, okuma alışkanlığını ortadan kaldıran sebeplerin ortadan kaldırılmasıdır.
Okumamak sadece buradaki Türk gençlerinin de sorunu değildir ve okumamak artık global bir soruna dönüşmüş, adetâ bir salgın hâline gelmiştir. Buna karşılık okumak bir tür kafa konforu olarak ele alınmış, dil sloganik ve sembolik şekle sokulmuştur. Dilin sloganikleşmesi veya sembolikleşmesi ise düşünmeyi, yani kafa yormayı değersiz kılmıştır. Onun için de bilgi üreten, düşündüren, kafa yormayı gerektiren kitaplar, gazeteler ve dergiler önemsizleşmiş, anlamsızlaşmıştır. Bu durumda okumanın alışkanlığa dönüşmesi de zorlaşmıştır.