Meleklerden Daha Yüksek Bir Yaratılış: Ahsen-i Takvim
- HAYAT
- 1 Mart 2024
İnsanı, Allah Teâlâ beden, ruh, nefs ve akıl ile donatmıştır. Bu şekliyle insan yaratılmışların en şereflisi (Eşref-i Mahlukat) ve en donanımlısı olarak dünyaya gelmiştir. Bu donanım ile insan dünya hayatını ikame ettirebilecek, şartları kendi lehine çevirebilecek, dünyayı imar ve ihya edebilecektir. Sadece bununla kalmayıp manevi yönden de kendisini geliştirerek meleklerden daha üstün bir dereceye çıkabilecektir.
İnsan, tabiatı itibariyle iyiye de kötüye de meyil edebilir. Rabbimiz, Tin suresinde “İnsanı en güzel şekilde yarattık.” demesinin akabinde, “Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.” diyerek bu duruma vurgu yapar.
ALEM-İ ERVAH’TA AHİTLEŞME
Allah, insanı yarattıktan sonra tüm insanlığın ruhların bulunduğu, ruhlar âleminde onlardan bir söz almıştır.
“Rabb’in, Âdem oğlunun sulbünden soyunu çıkarıp almış; onlara: ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: ‘Evet şahidiz!’ demişlerdi. Bu, kıyamet günü, ‘Biz bunu bilmiyorduk!” demeyesiniz diyedir!” (A’râf suresi, 172/173)
Bu sözleşmede dikkat çeken husus, bütün ruhların böyle bir ahide katılarak: “Belâ, şehidnâ!” diye cevap vermesidir. Yani, “Evet Rabbimiz; elbette Sen bizim Rabb’imizsin! Buna inandık ve tanık olduk! Kanun koyucu, rızık verici koruyucu ve gözetleyici olarak seni tanıyacağımıza söz veriyoruz” diyerek bütün ruhların iman etmiş olmalarıdır.
Allah’ın insanlardan beklediği, insanın Alem-i Ervah’ta vermiş olduğu sözün arkasında durmasından başka bir şey değil aslında. İnsan, imanı, salih ameli, hayrı ve sabrı tavsiyesi ile meleklerden daha üstün bir dereceye çıkabildiği gibi, yaratılış gayesini unuturak içinde ki kötülükleri besleyerek hayatına da bunları yansıtırak hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşebilir.
Hâlbuki insanın hayvanlardan daha farklı bir görevi var. İnsanın bu dünyaya nefsin her istediğini yerine getirmek için gönderilmedi.
İNSANIN YERYÜZÜNDEKİ SORUMLULUĞU
İnsan yeryüzüne Allah’ın halifesi olarak görevlendirilmiştir. Buna göre ne yaparsa yapsın, Allah adına yapacak kabiliyette yaratılmıştır. Yeter ki beden, ruh, nefs ve akıl ekseninde manevi gelişimini tam olarak yapabilmiş olsun.
Bu dünya bir nevi imtihan alanıdır. Böyle olması hasebiyle Allah, insana hem meleki, hem de hayvani özellikler vermiştir. Ruh, akıl ve kalb insanın manevi yönünü temsil eder. Beden ve nefs ise insanın maddi yönünü temsil eder. Ruh insanın en yüce, nefs ise insanın en aşağı yönüdür. Bu bağlamda iki sınıf insan vardır: Allah’a verdiği sözün arkasında durarak manevi yönlerini geliştirip meleklerle yarışanlar ve Allah ile ahdini bozarak hayvani yönünü besleyip şeytana dost olanlar.
Bütün uğraşımız Ahsen-i Takvim olarak kalmak için olmalıdır. İnsanın bu halini koruması, en güzel olan Rabbini, en güzel sıfatları ile tanıması ve Kur’an ile ahlaklanması ile olur. Bu konuda insana en güzel örnek Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’dir.
Efendimiz (s.a.v.)’in vefatından sonra Aişe (r.a.) validemize, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ahlakı sorulduğunda “Siz hiç Kur’an okumuyormusunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı” diye cevap verir. Bu noktada Kur’an’ın ve Peygamberin ahlakını ahlaklanmak için insan üzerine düşeni yapmalıdır. İşe kalpleri mâsivâdan arındırarak başlamak gerekir. İmanın ve tüm olumlu ve olumsuz duyguların yeri kalptir. Bu nedenle her insan kalbini yoklamalı. Kalpler ne ile meşgul sorgulanmalı. Çünkü kalp iyi olursa bütün beden iyi olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurur:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. Eğer o et parçası iyi olursa bütün beden iyi olur. Eğer o et parçası bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İyi bilin ki bu et parçası kalptir.” (Buhârî, İman, 39)
AHSEN-İ TAKVİM SURETİNİ KORUMAK İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
Kişinin kalbi iyi olarak “Ahsen-i Takvim”, yani iyi insan kıvamına gelmesi ve insanın Allah’ın razı olduğu kullar zümresine dahil olması için, insan dilini duaya alıştırmalıdır. Bunun için mesela sabah namazından sonra güneş doğuncuya kadar ümmet için, nesil için uzun uzun gözyaşları içerisinde dua edilebilir.. Günlük okunan Evrad-ı Şerif ve Kur’an ile Rabbine yakınlaşmaya vesile aranabilir. Kur’an tilavetinde özellikle okunan ayetler hakkında tefekkür edilebilir. Bir günü bile Kur’ansız ve zikirsiz geçirilmemelidir. Kur’an ayetleri kalbleri titretmeli, imanı arttırmalıdır. Yine insan yeryüzünün halifesi olduğunun bilinci ile iyinin, güzelin, doğrunun, hakkın ve barışın tesisi için çalışmalı ve cehdetmelidir. İmanın ispatı olan salih ameller işlemekten asla vazgeçmemeli, hayatının merkezine Allah rızasını alarak tüm işlerini bu minvalde yapmalıdır. Hayata dair tüm planları ahiret odaklı olmalıdır. Kişi arkadaşlarına baktığında kendisine hep Allah’ı ve Peygamberini hatırlatacak salih kimseler olmasına dikkat etmelidir.
Kur’an ve Sünnet hayatımıza hakim olduğunda insan kendini Ahsen-i Takvim suretinden Esfel-i Sâfilîn suretine sürükleyecek her davranış, söz ve duygudan uzak duracaktır. Yanılıp bir hata yaptığında ise tevbe kapısını çalmaktan asla imtina etmemelidir.