İslam, Sevgi, Barış ve Hoşgörü Dinidir
- HAYAT
- 22 Kasım 2023
İslam kelimesinin bir anlamı da “barış”tır. Rabbimiz, bize indirdiği dinin ismine barış anlamı yükleyerek, aslında dinin var olmasının en önemli sebebinin, barış ve esenliğin sağlanmasının hedeflendiğini ifade etmiş olmaktadır. Bütün bir insanlığa indirilen vahiy kitabı Kur’an’ın ilk ayetleri, Allah’ın (c.c.) Rahman ve Rahim sıfatları zikredilerek başlamaktadır. Merhamet ve şefkat sahibi Rabbimiz, kendisine hamd-ü sena edilmesini, yani teşekkür edilmesini hak eden en yüce varlıktır. O’nun yaratmış olduğu bütün bir mahlukata karşı sevgi ve hoşgörü ile davranmak ise bütün müminlerin en önemli vazifelerindendir.
İSLAM BEŞ ŞEYİ KORUMAYI HEDEFLER
İslam, beş şeyi korumayı hedeflemektedir. Bunlar, can, mal, din, akıl ve neslin muhafazasıdır. Aynı zamanda dinin gelişinin de en önemli sebebidir. Kim olursa olsun insan canının hiçe sayıldığı bir din anlayışının İslam’da yeri yoktur. İnsanın yaşayabilmesinin sebebi olan mal ve rızık, korunmayı hak eden ikinci önceliktir. Hangi dinî inanç olursa olsun, insanların inandıkları dinlerinde hür ve özgür olabilmeleri, olmazsa olmaz bir değerdir ve korunmalıdır.
İnsanı insan yapan akıl özelliğini zedeleyen, yaralayan ve bozan her unsur ile mücadele edilmelidir ve aklın muhafazası sağlanmalıdır. Aynı zamanda bu, fikir ve düşünce özgürlüğünün ne derece önemli olduğunun göstergesidir.
İnsan yaşamının devam edebilmesi için olmazsa olmaz beşinci özellik ise aile ve neslin muhafaza edilmesidir. Oluşturulacak olan her türlü yasal ve toplumsal kurallarda, aile ve neslin muhafaza edilmesi hedeflenmelidir. Bütün bu değerleri yok etmeye çalışanlar ile mücadele edilmesi ve bu değerleri yaşatmak için sürekli olarak gayret gösterilmesi, dinin var oluş sebebidir.
Kur’an’da şöyle buyurulur: “Bundan dolayı İsrail oğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: ‘Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…”[1]
BİR CANA KASTETMEK TÜM İNSANLIĞA KASTETMEK GİBİDİR
Herhangi bir bozgunculuk, terör ve cinayet fiili olmaksızın masum bir cana kast etmek, âdeta bütün bir insanlığı öldürmek ile eşdeğerde görülmektedir. Aynı şekilde bu canı korumak ise bütün bir insanlığı kurtarmak olarak ifade edilmektedir.
Çağımızda yaşanan teknolojik gelişmelerin bir neticesi olarak, savaş aletlerinin kontrolsüz kullanılması neticesinde, nice masum çocukların ve sivillerin acımasızca öldürüldüğünü, yaralandığını ve madden, manen perişan hâle geldiklerini canlı olarak müşahede etmekteyiz.
Vicdanları yaralayan sivil katliamları -kimden gelirse gelsin- İslam dini tarafından şiddetle reddedilen bir husustur. Peygamberimiz bu hususta “…Gaza edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, anlaşmanızı bozmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, çocukları öldürmeyin!…” diye buyurarak savaş hâllerindeki değişmez kuralları ifade etmiştir.[2]
BİR TOPLULUĞA OLAN KİNİNİZ SİZİ ADALETSİZLİĞE SEVKETMESİN!
Kur’an’da şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[3]
İslam anlayışında adalet, en zor zamanlarda bile asla terk edilmemelidir. Mesela; babasının işlediği bir suçtan ötürü çocuğu asla sorumlu tutulamaz veya bir topluluğun içerisinde suç işleyenlerin olması, o toplumun hepsinin cezalandırılabileceği gibi bir netice asla doğurmaz. Toplumsal bu dengeler her zaman korunmalıdır.
ALMANYA “İslami Cemaatlerin Barışa Katkısı Büyük”KUR’AN’DAN HİTAPLAR
Kur’an, toplumların mensuplarının yapmış oldukları amelleri örnek vererek, insanların anlayabileceği canlı hayat kıssaları ile beraber mesajını ulaştırır. Bu anlatımların hepsinde olumlu, olumsuz veya iyi, kötü örneklemeleri görmek mümkündür. İsmi geçen din mensuplarının topluca övülmesi veya lanetlenmesi, diye bir durum asla söz konusu değildir. Mesela Yahudi toplumunun Mûsâ (a.s.) ümmeti olarak iyi, doğru ve hak tarafında zikredilmesinin maksadı, kıyamete kadar iyi olacakları anlamına gelmemektedir. Veya Hz. Îsâ’ya (a.s.) inanmayanların yanında yer almaları da Yahudi inancında olan toplumların kıyamete kadar kötü olarak kalacakları anlamına gelmemektedir. Aslında anlatılan her bir toplumun örnekliğinde yapılan amellere odaklanılmaktadır. Kimden gelirse gelsin, iyi olan ameller övülmekte, kötü olan ameller ise yerilmektedir.
IRKÇILIĞIN İSLAM’DA YERİ YOKTUR!
Irkçılık iki türlü yapılabilmektedir. Birincisi din ve inanç toplumu üzerinden yapılan, ikincisi ise millet, köken üzerinden yapılan ırkçılıktır. Peygamberimiz ırkçılığın her türünü reddeder: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”[4]
BOZGUNCULUĞA GEÇİT YOK
Araf suresi 85’inci ayet, Medyen halkının iş ve ticaretlerinde yapmış oldukları yanlış amellerini örnek vererek, Araf suresinde Ad kavminin zenginlikleri ile beraber azgın hâle gelmiş olmaları örnek gösterilerek ve Maide suresinde Yahudi kavminin kibirli ve azgın hâlleri örnek gösterilerek her türlü bozgunculuk şiddetle yasaklanmıştır. Nahl suresi 90’ıncı ayet “Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” diye ifade ederek bütün inananları, bozguncu olmamaları bağlamında uyarmaktadır.
SAVAŞIN DEĞİL BARIŞIN ÖNCELENMESİ
Aşağıdaki âyet-i kerime, savaşın bir zaruret hâli olduğunu ve savaş hâlinde bile kilise, havra ve mescitler gibi ibadethanelerin özellikle korunması gereken mekânlar olduğunu açıkça ifade eder: “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihat için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter. Onlar, haksız yere, sırf, ‘Rabbimiz Allah’tır demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”[5]
İslam dininde savaş asla arzu edilmeyen bir durumdur. “Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadisinde özetle; düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin, Allah’tan (c.c.) barış ve afiyet isteyin, fakat haksızca saldırıya uğrayıp düşmanla karşılaşınca da sabırla ve savaş hukukuna riayet ederek kararlıca mücadelede bulunmayı, emretmiştir.”[6]
Şu âyet-i kerime, ilk bulunan fırsatta barıştan yana tavır alınması gerektiğini açıkça ifade etmektedir: “Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah’a güven. Çünkü işiten ve bilen O’dur.”[7]
[1] Mâide suresi, 5:32.
[2] Buhari, Cihat, 147-148; Müslim, Cihat, 24-25.
[3] Maide suresi, 5:8.
[4] Ebu Davud, Edeb 111-112.
[5] Hacc suresi, 22:39-40.
[6] Buhari, Cihat, 112, 156.
[7] Enfâl suresi, 8:61.