Allah Kuluna Nasıl Yardım Eder?

Allah Kuluna Nasıl Yardım Eder?

Allah’ın yeryüzünde halifesi olmak için yaratılan insan, dünya hayatında çok farklı şekillerde imtihan edilmektedir. İnsanlar manevi mertebelerine göre değişmekle birlikte imtihanın ağırlığına göre zorlanmakta, nefsinin ve şeytanın vesveselerine maruz kalmakta, güç ve sabrı tükenmekte, kalbinde Allah’ın yardım vaadinin gerçekliği konusunda şüpheler oluşabilmektedir. Böylesi zor durumlarda müminlerin velisi olan, kullarına yardım ve korumayı vaat eden Allah Teâlâ inananlara farklı şekillerde yardım etmektedir.

KALBE İNDİRİLEN SEKîNE

Kuran’da bahsi geçen Allah’ın kullarının kalbine indirdiği sekîne de ilahi yardımlardan biridir. Sekîne, korku, ümitsizlik ve tükenmişlik anlarında kalbin sükûn bulması, gönlün rahatlaması, itminana ve yakînî imana ulaşması, telaş ve heyecanın yok olması gibi anlamlara gelmektedir. Bu bağlamda sekîne iman ve inkârın, ıslah ve ifsadın merkezi, vahiy ve ilhamın iniş mekânı kalple ilgili bir durumdur.

Kur’ân-ı Kerîm’deki örneklerin yanı sıra, Hz. Peygambere ve sahabelere Mekke’nin zor şartlarında, can ve mallarını feda etmeyi göze aldıkları hicret ve cihad zamanlarında, sıkıştıkları, güçlerinin son noktasına geldikleri ve kalplerinde karışıklık oluştuğu zor durumlarda Allah’ın yardımı ve desteği de olmuştur.

ALLAH KULUNU YALNIZ VE YARDIMSIZ BIRAKMAZ

Bu örnekler zor dönemlerde Allah’ın kullarının yardımına yetiştiğini, katındaki mertebesi ne olursa olsun hiçbir insanın imtihan süreçlerinden azad olmadığını, her insanın zorlandığı durumların bulunduğunu, bunlardan ancak Allah’ın yardımıyla çıkılabildiğini göstermektedir.

Bu bağlamda Ashab-ı Kehf, Hz. Mûsa gibi örneklerde yaşanan zorlukların üstesinden ancak Allah’ın yardımıyla gelindiği görülmektedir. Allah, kullarının ümitsizlikle yüzleştikleri anda müdahale etmiş ve kalplerini yardımı ile sağlamlaştırmıştır. Bu örnekler Allah’ın kulunu yalnız ve yardımsız bırakmadığını açıkça anlatmaktadır.

KALBİN KABZ VE BAST HÂLİ

Sekîne ve kalplerin sağlamlaştırılmasının yaşandığı imtihan anlarında kalbin sıkıştığı, şeytanın vesvesesi ile bulandığı duruma kabz hâli, ilahi yardımın geldiği, kalbin nurlandığı, genişlediği hâline ise bast hâli denir.

Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların bireysel ve toplumsal olarak yaşadıkları ilahî yardım ve desteğe dair tecrübeleri sadece bunlarla sınırlı değildir. Kıyamete kadar yaşayacak olan her mümin için örneklik teşkil etmektedir.

ALLAH’IN YARDIM VE DESTEĞİNDEN ÜMİT KESMEMEK

Bu da bizlere Allah’ın yardım ve desteğinin her Müslüman fert ve toplum için söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu husus Müslümanları imtihanlar karşısında daha kararlı, sabırlı, mütevekkil, olmaya, Allah’ın yardım ve desteğinden ümit kesmemeye sevk etmektedir.

Allah’ın yardımını indirerek, kalbinin sekînet ile hareket ettiği biri de Hz. Musa’nın annesidir. Kendisi evladını öldürmek isteyen düşmanlardan kaçtığında gücünün gittiği, takatinin bittiği, kalbine inen ilham ile evladını Nil nehrine, derin bir teslimiyet ile bırakmıştır. Yardım tam da Allah’a tam bir teslimiyet anında gelmiştir. Bu da bizler için yine Allah’ın kuluna yardımının hak olduğunu açıkça ispat etmektedir. Ancak ilahi yardımın vakti gelince hikmetler yaşanmaktadır.

HAYAT | 6 Mart 2020 Allah’ın Kulunu Sevmesinin İşaretleri 6 Mart 2020

“ALLAH İLE OLMAYANA GÜCÜ, KUVVETİ FAYDA ETMİYOR”

Nehre bırakılan Mûsa (a.s.) son derece zayıf bir bebek olduğu hâlde, suda boğulmamış, ancak Firavun gücünün zirvesinde yerle bir olmuştur. Demek ki, Allah’a tam manasıyla bağlı olana zayıflık, güçsüzlük ve çaresizlik zarar vermiyor. Diğer açıdan bakıldığında da Allah ile olmayana gücü, kuvveti fayda etmiyor.

Peygamberlerin hayatlarından birçok örnek verilebilir, fakat Hz. Mûsa, Allah’ın kuluna yardımının hak olması konusunda sembol bir isimdir diyebiliriz. Zira hayatında ilahi yardım konusunda bebekliğinden yetişkinliğine kadar birçok örnekler vardır.

Bunlardan bir diğeri de Hz. Mûsa’nın düşmanın zulmünden uzaklaştığında yolun sonuna kadar yürüyüp  asasını yere vurarak Allah’tan yardım istemesi sonucu denizin ona ve onun peşinden gidenlere yol olması, Allah’ın hak olan vaadini yerine getirdiğini açıkça gözler önüne sermiştir.

ASHÂB-I KEHF ÖRNEĞİ

İmanlarını muhafaza etmek için zamanlarının zalimlerinden kaçan ve “Ashâb-ı Kehf” namıyla meşhur olan gençlere bir mağara Allah’ın yardımıyla barınak olmuş ve bu gençler üzerinde gerçekleşen büyük diriliş mucizesinin gerçekleştiği yer olarak tarihe geçmiştir.

Yüce Allah (c.c.), bu gençlerin hidayetlerinden Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bahseder:

“Onların olayını sana Biz gerçek olarak anlatıyoruz: Onlar Rablerine inanmış birkaç gençti. Onların hidayetlerini artırmış ve kalplerini pekiştirmiştik. Durup, şöyle demişlerdi: ‘Rabbimiz; göklerin ve yerin Rabbidir, O’nu bırakıp başka bir tanrıya yalvarmayız, yoksa and olsun ki, batıl söz söylemiş oluruz. Şu bizim milletimiz, Allah’ı bırakıp O’ndan başka tanrılar edindiler. Onların gerçek olduğuna apaçık delil getirmeleri gerekmez mi? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?’ ” (Kehf suresi, 18:13-15)

Kavimleri bu gençleri hükümdarlarına şikâyet ederler. Hükümdarları onları yanına çağırıp durumları ve yaptıkları hakkında onları sorgular. Bunun üzerine gençler azimeti tercih ederek inançlarını açığa vururlar. Zorbalığı ve acımasızlığıyla meşhur hükümdarlarına karşı hakkı haykırmadan geri kalmazlar. Dahası, hükümdarlarını da yüce Allah’ın dosdoğru yoluna davet ederler.

MAĞARADA YILLARCA UYKUYA DALARLAR

Daha önceki birçok müminin kaderi Ashâb-ı Kehf için de tekerrür eder. Azgın hükümdar Allah’a iman eden gençleri tehdit ederek, imanlarından vazgeçmelerini emreder. Emirlerini yerine getirmeleri, yani eski ve batıl geleneklerine dönmeleri için, gençlere kısa bir mühlet tayin eder ki, bu mühlet dönüşü olmayan hicreti gerçekleştirmek için gençlere bir fırsat olur. Gençler, bu fırsatı değerlendirerek Rablerinin yardımıyla fitne ateşinden kurtulmaya muvaffak olurlar. Hicret için tercih ettikleri mağara, içinde yıllar boyunca sükûnet buldukları yuva olur.

BÜYÜK HİCRET

Onlar, bu asil hareket ve davranışlarıyla dalaletten hidayete, sefaletten saadete, zahmetten rahmete doğru ilk adım olan büyük hicreti gerçekleştirmiş, yüce makamlara ulaşmada kendilerine ayak bağı olan mal, makam, şöhret ve itibar sahibi kavimlerini terk ederler. Yüce Allah, onların önceden içerisinde bulundukları lüks hayatı, sıkıntı ve darlık, sonradan mekân edindikleri mağarayı ise, rahmet ve genişlik olarak nitelendirmektedir.

ALLAH (C.C.) ASHÂB-I KEHF‘İ UYUTARAK KORUDU

Rablerinin yardımı ve yol göstermesi neticesinde kaçmaya muvaffak olup mağaraya gelen gençler, kaçış sürecinin verdiği yorgunluk ve yüce Allah’ın verdiği ağırlık ile yıllarca sürecek uyku için gözlerini kapatırlar. Ashab-ı Kehf’in uykusu yüzyıllar boyunca ibret nazarıyla bakan her bir göz için bir “uyanma, bilinçlenme” etkisi oluşturmuştur.

Ashâb-ı Kehf bu bağlamda zorlu günlerden geçtiğimiz şu dönemlerde Allah’ın birliğine, Allah’ın yardımının hak olduğuna, ölümden sonra yeniden diriltilmenin hak olduğuna, zulme karşı mücadele etmenin gerekli olduğuna apaçık bir delildir.