“Her İnsan Fıtrat Üzere Doğar”

“Her İnsan Fıtrat Üzere Doğar”

Allah’u Teâlâ’nın elçisi Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her doğan fıtrat üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”[1] Hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi Resûlullah’ın “fıtrat” kavramını kullanmasındaki mana çocuğun hem Rabbini bilme kabiliyeti ve mahareti üzerine yaratılmış olmasını hem de dini kabul etmeye yatkın selim bir yapıya sahip olduğunu desteklemeyi amaçlar. Her doğan değerlendirme duygusuyla, basireti ile, işitme duygusuyla ve akletme kabiliyetiyle doğar.

FITRAT HAREKETTEDİR, DEVREDEDİR

Dolayısıyla kişinin fıtratı harekettedir, devrededir ve yaşam boyu gerçeği görene kadar sorgular. Gerçeği gördükten sonra ya bulunduğu ortamın sağladığı yararlara boyun eğer ya da gerçeğe sarılır. Anne-babası veya bulunduğu ortam yani dış etkenler onu şekillendirmeye çalışır. Buna karşı koyabilir ise Selman-ı Farisi gibi, karşısında atası, babası da olsa gerçeğe doğru adım atar ve hakkın peşine düşer. Fıtrat bu kadar önemli bir navigasyon, pusuladır.

İNSAN BİLGİSİZLİĞE MAHKÛM EDİLEMEZ

İnsanın hakkın peşine düşme ve sorgulama yeteneği, bilgiden yoksun bırakılıp, bilgisizliğe mahkûm edilemeyeceği gerçeğini de ortaya koyar. Allah’u Teâlâ bunu âyet-i kerimede şu şekilde belirtmiştir: “Biz onlara hem ufuklarda ve hem de kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’an’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?”[2]

Âyet-i kerimede Allah’ın her şeye rağmen fıtratımızı çalıştıracağı, duygularımızı işleteceği açıkça belirtiliyor. Buna göre gerçeği bilip yine de menfaatten ötürü batılı seçmek, anne-babaya zıt düşmemek veya heva ve heveslere kanarak batılı seçmek kişiyi dünyaya yönelterek ahiretini kaybetmesine yol açar.

HERKESİN FITRATI İSTİKÂMET ÜZEREDİR

Resûlullah (s.a.v.) istikâmet üzere olma sermayesinin Allah (c.c.) tarafından herkese verildiği haber vermektedir. Yani “Allah (c.c.) Ebû Cehil’in fıtratını bozuk yarattı da ondan mı kötü istikâmete gitti?” gibi düşünceler doğru değildir. Cenâb-ı Hak her insana göz, kulak ve akletme yeteneği vermiştir. Onlar kulaklarını hakkı dinlemeye kullanmadıkları için bir vakit sonra fıtratları da bozulur. Bu insanlar içten içe hakkın ne olduğunu bilirler, ama buna rağmen kötüyü seçerler. İnkârı seçerler. Zira içten içe hakkın farkına varmışlardır.

İstikâmeti seçmeyişleri de anlayamayacaklarından değil, anlamadıklarından, kavrayamadıklarından ve bilemediklerinden değildir. Sadece heva ve heveslerine uyduklarındandır.

Oysa fıtrat Ebû Cehil’de de Firavun’da da vardır ve doğuştan aynıdır. Bu yüzdendir ki hayatını küfür üzere yaşayanlar, son anda içlerinde saklı tuttuklarını dışa vururlar ve “Ben iman ettim” derler. Demek ki, fıtrat böyle güçlü çalışır, insana yolu istikâmeti gösterir.

KİŞİ YA ORTAMIN RENGİNE BÜRÜNÜR YA DA HAKKA YÖNELİR

Fakat insan ne yapar? Anne-babasına bakar. Ortamına bakar. Çocuk ortamdan vazgeçecek olsa, anne-baba sevgisinden mahrum kalmış olacak. Dolayısıyla kişi gün gelip hakkı bildiği hâlde ortamın rengine bürünür.

Ortamın etkisine boyun eğenler aslında isteseler, irade ortaya koyabilseler bu duruma karşı koyabilirler. Bu durumu Avrupa’da yaşayan Müslümanlar üzerinden de örnek verebiliriz. Bugün batı ortamındaki üstün medeniyet, güçlü medeniyet, zayıf düşmüş bir medeniyetin çocuklarını iş gücü diye ülkesine getirmiş ancak onları baskılayamamış ve onları kendisine benzetememiştir.

İRADE SAHİBİ İNSAN TEVHİDİN DİLİNİ KONUŞUR

Peki insan ne demektir? Kimdir insan? İnsan irade sahibi olan kişi demektir. Bir kısım insana güçle, kuvvetle, medeniyetinin ihtişamıyla boyun eğdirebilirsin. Ama irade sahibi olanlar, akledenler “Evet, benim medeniyetim zayıf ama benim değerlerim hâlâ senin değerlerinden üstün.” diye kendi değerlerine tutundu mu, güçlü medeniyetin ihtişamının tam ortasında tevhidin dilini konuşabilir. Hayatını oluşturabilir.

Bu bir iradenin eseridir. Üstelik karşıdan gelen güçlü rüzgara rağmen. O zaman diyoruz ki, çevresel koşullar etki oluşturur ama sonucu garanti edemez. Çünkü Allah (c.c) müsade etmez. İrade baskılanamaz. Kişi iradesinin neticesinde olmak istediği sonuca varır.

İnsan ortama mahkûm olsaydı, “ortamın kulu” olurdu. Nerede doğarsa oranın rengini alırdı. Cenâb-ı Hak bunu reddetti. Burada da olsa başka yerde de olsa fıtrat çalışır ve kişiye istikâmeti gösterir. Kişi ya dünyaya yönelir ahiretini satar, ya da iradesini ukbaya yöneltir ve kazananlardan olur.

 

[1] Muslim, Kader 22.

[2] Fussilet suresi, 41:53.