Can Yakarak İyileşemeyiz
- AİLESürmanşet 2
- 9 Haziran 2023
Canımızı yakan olaylar ya da durumlar meydana geldiğinde moralimiz bozulur, canımız sıkılır. Hâliyle canımız yandığında zil takıp oynamayız. Canımızın derdiyle uğraşırız, canımızın acısını dindirmeye çalışırız. Bilerek ve isteyerek acı çekmek istemeyiz. Ama hayatın rutininde, yaşamın doğasında acı çekmek var. Tıpkı mutlu olmayı rutin olarak gördüğümüz gibi.
Fiziksel bir şiddetle karşılaştığımızda canımız yanar. Bedenimizin herhangi bir yerine bir darbe aldığımızda, sert bir şekilde çarptığımızda, sert bir cisimle vurulduğunda, bir yerimiz kesildiğinde, ezildiğinde canımız yanar. İnsan olmanın doğasında var bu. Karşılaştığımız fiziksel şiddet durumuna vücudumuzun tepki vermesidir, canımızın yanması.
ACIYA MARUZ KALMAK
Bedenimizin acıya maruz kalmasını arzu etmeyiz. Ama kalbimizin acıya maruz kalmasını hiç istemeyiz. Ruhumuzun ıstırap çekmesini, düşünmek bile istemeyiz. Fiziksel olarak canımızı acıtan olaylardan sonra acının şiddeti azalır, yaralar iyileştiğinde acımız da kaybolur. Lakin kalbimizi acıtan olaylar kolay unutulmadığı gibi acısı da kolay dinmez. Hissettiğimiz acı zaman içinde evrilerek öfkeye, intikam duygusuna dönüşebilir. Öfke ya da intikamın olmadığı acılarda kendimizi yalnız ve çaresiz hissedebiliriz.
HİSLER VE DUYGULAR
Aslında yaşadığımız fiziksel ve ruhsal acılardan sonra kendimizi nasıl hissettiğimiz daha önemlidir. Çünkü olaylara nasıl tepki vereceğimiz; kendimizi nasıl hissettiğimizle, ne hissettiğimizle doğrudan ilgilidir. Yani bir olay ya da durumla karşılaşırız. Aklımız ve duygularımızla bu olayı iyi ya da kötü olarak tanımlarız. Bu tanımın ardından duygularımızı kontrol ederiz. Ne hissettiğimiz bu aşamada çok önemlidir. Nasıl tepki vereceğimizi belirlediği için önemlidir.
KAZA MI? KASITLI MI?
Bir arkadaşımızla restoranda yemek yiyoruz. Arkadaşımız tuzluğu almak isterken, eli telefonumuza çarptı ve telefonumuz yere düştü, ekranı kırıldı. Olay bu. Telefonumuzun zarar görmesi kötü bir olay. Arkadaşımızın bunu kasten yapmamış olması, kaza ile vuku bulması hafifletici sebep. Arkadaşımızın ya da bizim zorlanmadan hemen yeni bir telefon alabilecek güce sahip olmamız; olayı sıradanlaştırır. Ve bu durumda biz, telefonun zarar görmesi olayını çok çabuk unutabiliriz.
Peki, tam tersi durumda? Yani kaza ile değil de kasten çarptığını düşünsek? Bize zarar vermek için yaptığını düşünsek? Daha beteri arkadaşımızın ya da bizim yeni bir telefon alacak gücümüz yoksa? Hatta telefonu tamir ettirecek imkânımız bile yoksa? O zaman da rahat olabilir miyiz? Üstüne bir de arkadaşımızda en ufak bir üzüntü belirtisi bile yoksa? O zaman yediğimiz yemek zehir olmaz mı? Olay aynı, sonuç farklı. Yani iyi ya da kötü, tanım farklı. Bizde oluşturduğu duygu durumu çok farklı. Dünyalık olarak çok büyük bir değeri olmayan, basit bir telefon deneyinde bile çok farklı sonuçlarla karşılaşabiliyoruz.
YAZARLAR Modern İnsanın Açmazı: Kalabalıklar İçinde Yalnızlık ve Sıla-i Rahim
CANIMIZI NE YAKAR?
Şimdi asıl canımızı yakan olaylara gelelim. Kalbimizi kıran, ruhumuzu yakan olaylara bakalım. Bir seminerde katılımcılara “canımızı en çok yakan şey nedir?” diye sorduğumda farklı cevaplar aldım. Bir kısmını sizlerle paylaşmak isterim:
- Kalabalıklar içinde yalnız olduğunu hissetmektir.
- İnandığın bir insanın, davanın yalan olduğunu görmek, pişmanlık duymak.
- Sevdiği kişi tarafından görmezden gelinmek, yok sayılmak.
- İftiraya, haksızlığa uğramak, tanık olmak
- Rabbimin vermediğini kulların sorması (Yani dedim: “Biyolojik olarak çocuk sahibi olamıyorum. Kayınvalidem bana kısır diyerek sürekli incitiyor.” )
KALP YARALARI PEKİŞİR…
Gördüğümüz gibi canımızı en çok yakan acılar, fiziksel acılar değil. Canımızı en çok acıtan şeyler, kalbimizi ve ruhumuzu sızlatan olay ya da durumlardır. Kalbimizi, ruhumuzu inciten olayların daha baskın olmasının asıl nedeni, fiziksel yaralar zaman içinde kapanırken; kalp yaralarının zaman içinde pekişmesidir. Otuz sene aynı yastığa baş koyduğu eşinden ayrılan birisi: “ömrümün en güzel yılları boşa geçmiş. Hayat yalanmış, hayat arkadaşı bildiğim insan tümden yalanmış, ben şimdi kime güveneyim?” demesi kadar acı bir olay olabilir mi?
AİLE Eşim Beni Duymuyor, Dinlemiyor!
GÖRMEZDEN GELİNMEK, YOK SAYILMAK
Etrafında pervane olduğumuz, bir tebessümü için dünyayı karşımıza aldığımız, en çok değer verdiğimiz kıymetlimiz tarafından görmezden gelinmek, yok sayılmak canımızı acıtmaz mı hiç? Ya sürekli yardım ettiğimiz, maddi manevi elimizi üzerinden hiç çekmediğimiz birisi tarafından iftiraya uğrarsak, düpedüz nankörlük ile karşılaşsak ne yaparız? Bir ömür emek verdiğimiz, katkı sunduğumuz şirket veya aile tarafından kapının önüne konsak, patronların gözünde bir böcekten farksız olduğumuzu işitsek zorumuza gitmez mi? Canımız yanmaz mı? Çok sevdiğimiz bir yakınımızı kaybetsek, yüreğimiz sızlamaz mı?
SOL YANIMIN ACISI…
Annem vefat ettiğinde altı yaşındaydım. Annemin vefat ettiği gün damdan düştüm, kolum kırıldı. Annemi defnettiler, beni sınıkçıya götürdüler. Kolumu ziftleyip ağaç parçaları ile çıtalarla tespit edip sardılar. Kolumun kırığı yirmi günde iyileşti. O kırıktan dolayı kolumda herhangi bir eksiklik kalmadı. Ama annesizliğin eksikliği bir ömür boyu devam etti. Sol yanımın acısı hiç dinmedi yani.
Kayıplarla bir yanımızın eksilmesi, insani bir durumdur. Yani insan olmanın doğasında vardır. Doğmak, büyümek ve emaneti sahibine teslim etmek. Bundan dolayı kimseye tavır alamayız. Çünkü biliriz ki, “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ama çevremizdeki insanların kasten canımızı yakmak için söylediği sözler, yaptıkları davranışlar, ruhumuza atılan bombalar. Şarapnel parçaları ruhumuza saplanırken, biz öyle çok da rahat olamayız.
GÜCÜ YETENE HAVALE ETMEK
İnsanız, kasıtlı olarak canımızı acıtan durumlarda tepki vermek isteriz. Canımızı yakanın, canını yakmak isteriz. Bizim gücümüz yetmezse, gücü yetene havale ederiz. İntikam duygusunun esiri oluruz. Çoğunlukla gözümüzü hırs, ruhumuzu kin kaplar. Hemen ona gününü gösterme gayreti içine gireriz. Sonradan pişman olacağımız söz söyleriz, yanlış yaparız. Yani öfke ile kalkıp zararla otururuz. Onun da canı yandığında içimiz soğur. Gerçekten soğur mu acaba? Yoksa her şeyin sahibine mi havale etmeliydik?
Dünyalık bir meselemiz olduğunda mahkemede bizi savunması için avukat tutarız. Vekâletname veririz. Davanın seyri hakkında avukatımızla görüşürüz. Ama avukata akıl vermeye, emirler vermeye kalkmayız. Çünkü güvenmişiz, vekâletnamemizi de vermişiz. İş artık avukatta. Peki, her şeyin sahibine “Benim vekilim sensin Rabbim” dedikten sonra sözümüzün arkasından film çevirmek ne kadar doğrudur?
Canımız yandığında bedenimizde ve ruhumuzda yaralar oluşur, bu doğru. Fiziksel yaralar daha çabuk iyileşir ve daha çabuk unutulur. Kalbimizde ve ruhumuzdaki ıstırapların iyileşmesi daha uzun sürebilir, bu da doğru. Ancak canımız yandığında can yakarak yaralarımızı iyileştiremeyiz. Her zarar gören, zarar vermeye kalktığında yaralar iyileşmez, yeni yaralar açılmış olur. Ayrıca biliyoruz ki, bir hesap günü var. Hesap gününün de bir sahibi var. Adaletinden asla şüphemizin olmadığı bir sahip var. Keşke yapabilsek de işi sahibine bırakabilsek…
*yusufyesilkaya@gmail.com