“Kitapların Yakıldığı Yerde, Nihayetinde İnsanları Yakarlar”

“Kitapların Yakıldığı Yerde, Nihayetinde İnsanları Yakarlar”

Kitapların, Kur’an’ın yakıldığı yerde, en sonunda insanları da yakarlar. Yakarlar mı yakarlar!

Hani şu İsveç’te, Danimarka’da iki de bir Kur’ân-ı Kerîm yakarak gündeme oturan, Müslümanlara hakaret etmekten büyük bir zevk alan ırkçı faşist birisinin yaptığı bu eylemler var ya. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson bu davranış hakkında, “onaylamıyorum, ama ne yapalım ki, bu ifade özgürlüğüdür ve ifade özgürlüğü de demokrasinin cilvesidir, yasal koruma altındadır.” manasında laflar etti. Yetmedi, yüzlerce polisini de bu şaklabanı korumak için gönderirken içi de sızlamadı.

Bu ırkçı faşistin canı sıkıldığında Kur’ân-ı Kerîm yakması Avrupalıların özelliklerinden birisidir. Hele hele Nazi faşist yönetiminin kitap yakma ön eylemleri nihayetinde insan yakmakla sonuçlanmış olan bir dünyada, Kur’ân-ı Kerîm’in yakılmasını böylesine masumane göstermek hiç de akıllıca ve inandırıcı değil.

KİTAPLARIN YAKILDIĞI SONUNDA İNSANLAR YAKILIR

Bu arada, bir zamanlar bir program gereği ıssız bir pazar gününde Dortmund kentinin Hansaplatz denilen meydanından geçerken ayaklarımın altında demir levhaya yazılmış Türkçesi şu anlama gelen yazı aklıma geldi: “Kitapların yakıldığı yerde, en sonunda insanlar yakılır. Heinrich Heine, Almansor, 1821”.

Sonradan öğrendim ki, bu demir levhanın olduğu yerde 30 Mayıs 1933’te Dortmund’lu Nazi faşistleri sevmedikleri kitapları, özellikle de Yahudi yazarlarla solcu yazarların kitaplarını yakarak, “Yakarız ulan sizi, inanmıyorsunuz kitaplarınızın nasıl yakıldığına bakın!” dercesine dünyaya ilan etmişlermiş.

Tabii ki, o zamanlar daha Almanca dilini fazla bilmiyordum. Kitap, yakmak, insan gibi kelimeleri anlıyordum da bu kelimelerden oluşan bir cümleyi anlamamam zordu. Bunun içindir ki, bir fotoğraf makinasıyla (ki, o zamanlar hep yanımda kocaman bir fotoğraf makinası ile dolaşırdım) fotoğrafını çektim. Fotoğrafı bastırdıktan sonra etrafımda Almanca bilen dostlara tercüme ettirdiğimde “Benim bu kitabı okumam lazım.” diyerek Almancamı ilerlettiğim bir zamanda tam olarak okuyabilme imkânı buldum.

HEİNRİCH HEİNE HRİSTİYAN OLMAK ZORUNDA KALDI

Aaah Heinrich Heine. Bu Heinrich Heine ile ne kadar da benzer bir yönümüz varmış. Amma, bu benzerlikleri sıralamaya şimdi vaktim ve imkânım yok. Adamcağız, su gibi Alman olmasına rağmen sadece Yahudi olduğu için ezilmiş, kakılmış, devlet hep kendisine uzak durmuş. O da “Tamam be yetti artık” deyip olmuş bir Hristiyan.

Yanlış anlamayın, benim Hristiyan falan olduğum yok da, Heinrich Heine’nin başına gelenler tam da bizim başıma gelenler gibi. Sadece, bizzat Alman yasa koyucuların verdiği imkândan faydalanarak Alman vatandaşlığına geçmek için yaptığım başvuruma, tam tamına 12 sene sonra cevap alabildim. Nihayetinde Heinrich Heine’nin maruz kaldığı aynı suçlamalarla suçlandım.  Onun için özel bir sempatim var bu adama karşı.

Heinrich Heine’nin Dortmund’da Nazi faşistlerinin kitap yaktığı yere dikilen demir plakada yer alan sözleri meğerse orada da ifade edildiği gibi Almansor isimli şiir/tiyatro eserinden alınmışmış. Heinrich Heine kitabını “Trajedya/ Almansor: Eine Tragödie” şeklinde isimlendirmiştir.

DORTMUND HANSAPLATZ’DAKİ PLAKA

O kitabı buldum. Aman Allah’ım tam da bizim, ama bizim İspanya’da 1500’lerin ortalarında Avrupa engizisyonundan çeken kardeşlerimizin hikâyesini anlatmaz mı! Dormund’daki o levhada kendisinden her ne kadar “kitap” diye bahsedilse de işte o kitap da Heine’ni Almansor’unda tam da Kur’an diye geçer. Okuyunca tüylerinizin ürpereceğinden eminim.

Bu kitabın/şiirin/tiyatronun neden Türkçe’ye tercüme edilmediğini (veya ben görmedim) anlamıyorum da. Ben kendin bir tercüme yapmaya çabalayacağım. Bilin ki, şir tercümesi tercümenin zorunun zorunun zorudur. Yani en sondan bir önceki zordur. Amma tiyatro için yazılan şiirleri tercüme etmek en zorudur. Bu zorluğu da dikkate alarak benim tercümemden aşağıdaki gibi bir şiir çıktı ortaya.

Buradaki Almansor da bizzat bizim el Mensur’dur. Arapça isimdir. Almansor, trajedyasının başkahramanları Hristiyanlaştırılmış Ali ile evlat edindiği Süleyman’dır. Amma, Ali’nin bir de Almansor (el Mensur) ve Hasan isimli iki oğlu daha vardır.

Şimdi size o kitabın yakılma bölümünün geçtiği küçük bir pasajı sunmak istiyorum. Belki o zaman siz de benim Heinrich Heine ile igili söylediklerimi paylaşacaksınız.

Kur’ân Engizisyon Ateşinde Yakılıyor

Şöyle anlatır Heinrich Heine:

….

Ve binlerce kişi vaftiz için başını eğdi;

Hassan: Yeni cennet birçok eski günahkârı cezbeder.

Almansor: Korkunç Ximenes’i duyduk,

Granada’daki pazarın ortasında –

Dilim ağzıma yapıştı – Kur’ân-ı Kerîm

İnsanların yakıldığı ateş yerine fırlatıldığında!

Hassan: Bu sadece bir başlangıçtı, kitapları yaktığınız yerde sonunda insanları da yakarsınız.

Almansor: Sonunda haberlerin en kötüsü gelir:

O iyi kalpli Ali de Hıristiyan olmuştur.

Babanın gözlerinden bir damla yaş bile dökülmedi,

Ağzından tek bir feryat çıkmadı,

Yaşlı başından bir tek olsun bir saç teli bile koparmadı.

Sadece yüzündeki kaslar sarsılarak kasıldı,

Ve gönlünden vahşice dalgalanan, kesik ama tiz bir kahkaha patladı.

Orta Çağ Engizisyoncusu

Ximenes, Orta Çağ İspanyasını yöneten Toledo (Tuleytula) Başpiskoposu ve baş engzisyoncusudur. Asıl adı Francisco Ximenez de Cisneros’dur. Bazen Jimenes diye de yazıldığı olmuştur.

Siz ne dersiniz bilemem, ama bana göre, Heinrich Heine Hristiyanlaştırılan Ali’nin ve evlatlarının hikâyesini anlatmamıştır. Aksine tam da kendi hikâyesini anlatmıştır.

Onun için kitap yakmanın ne olduğunu biz biliriz. Siz bilmeseniz bile tarihinizde bu kara leke hep kalacaktır.