Bihruz’un Araba Sevdası ve Yeni Nesiller

Bihruz’un Araba Sevdası ve Yeni Nesiller

Her ne kadar, Recaizâde Mahmut Ekrem’in Bihruz’unun sevdası gibi olmasa da son birkaç yıldır bende bir araba sevdası tuttu gitti. Gerçi Bihruz’un araba sevdası ile benim araba sevdam arasında dünyalarca fark var. Her şeyden önce ben, bir ihtiyaca binaen araba sevdasına tutuldum, imkânım olmadığı için de o sevdayı erteledim.

Bihruz’un araba sevdası ise, ihtiyacı olmadığı hâlde ve bulunduğu topluma yabancılaşmanın sembolü, kendisini okumuş, ileri görüşlü yani toplumun üst tabakasından birisi olduğu göstereceğine inandığı bir sevdadır.

Bihruz da kim diye sorabilirsiniz. Bihruz geçen yüzyılın önemli edebiyatçılarından Recaizâde Mahmut Ekrem’in 1900 yılı öncesinde yazdığı Araba Sevdası romanının başkahramanıdır.  Bende ise hiçbir kahramanlık yok. Aramızdaki benzerlik sadece araba sevdasına tutulmak.

SEVDA BAZEN HASTALIK OLABİLİR

Bu sevda da nedir ki soracak olursanız, ben sözlüklerin yalancısıyım, sevdaya o kadar mana yüklemişler ki, “fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık” anlamına dahi gelebiliyormuş. Maazallah, şükür ki, araba sevdası bende böyle bir hastalık oluşturmadı. Dedim ya bizim sevda bir ihtiyacın giderilmesi sevdasıydı, imkân olmayınca da sönüp geçti, gitti.

Fakat Bihruz’un Araba Sevdası geçip sönecek bir sevda değildir. Hakikaten tam bir hastalık. Çaresi… Öyle bir hastalığın çaresi olamaz herhâlde. Zaten, romanımızın yazarı Recaizâde Mahmut Ekrem de “Bu Araba Sevdası gülünecek hâllerden addolunsa gerektir. Fakat dikkat olunursa bu ondan elbette daha ziyade hazin, elbette daha çok mu’limdir (elem vericidir)!..” şeklinde okuyucuyu daha romana başlamadan uyarma ihtiyacı hisseder.

Şimdi bu bizim Bihruz bey, ilim erbabı olmaktan ziyade filim erbabı olmayı tercih ettiği için, toplumda parmakla örnek de gösterilemeyeceğini anlayınca, babasının zenginliği ve saygınlığını da arkasına alarak Fransızca öğrenmeye başlar. Tabiî bu Fransızcayı öğrenme işi, Fransızca’yı öğrenmek için değil, Fransızca öğrendiğini göstermek içindir. Bu nasıl oluyor demeyin, oluyor işte.

FRANSIZCA BİLMEDEN FRANSIZCA BİLMEK

Bihruz, Fransızcasını ilerlettikçe “berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmak” sevdasına da kapılmaz mı? Aman Allah’ım! O da ne? Bizim Bihruz’un Fransızca konuştuğu berberler, kunduracılar, terziler ve garsonların bildiği Fransızca sadece kendi işleri ile ilgili bazı şeyleri bilmekten ibarettir.

Recaizâde Mahmut Ekrem bu durumun nasıl olduğunu da şöyle izah eder:

“Bihruz Bey ilk hevesle beş altı ay kadar kaleme devam ederek daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hâsıl etmeden ağızdan bellediği bir hayli elfaz ve terakip ile en alafranga genç beylerin tavır ve kıyafet ve hâl ve hareketini taklitte hakka ki bir büyük eser-i istidat gösterdi.” Burada dikkat çeken en önemli ibare ve kelimeler “daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hâsıl etmeden…” ve “taklit”tir. Bunlar Bihruz Bey’in mizacını ortaya koyan ilk ipuçlarıdır.”

Sakın ola ki siz bu Bihruz’un Araba Sevdası’nı motorlu araç olan araba ile karıştırmayın. Bihruz tam bir at arabası sevdasına kapılmıştır. Zira o zamanlar daha motorlu araçlar Bihruz’un yaşadığı yerde yaygın değildi ki.

BİHRUZ’UN ARABA SEVDASI KUŞAK ÇATIŞMASINDAN ÖTEDİR

Ben, Bihruz’un hikâyesini bir Araba Sevdası şeklinde okumaya başladı isem de, ne zaman aynı hikâyeyi yeniden okusam, kuşak çatışması aklıma gelir. Fakat, Bihruz’un sevdası kuşak çatışmasının da ötesindedir. Bana göre onunki, zamanın üstün, egemen, öncü kültürüne körü körüne boyun eğmişliği sembolize ediyor.

Yine de kuşak çatışması yok denilemez. Nasıl ki, bugün kendilerini Z kuşağı diye bize yutturan, neden şunu şunu yapmadıkları sorulduğunda, devrin, neslin değiştiğini, “sizin zamanınızda yoksa suç bizde mi?” diyerek de beceriksizliklerini saklamaya çalışan kuşağın durumu gibi.

Çünkü Bihruz, Araba Sevdası’ndaki saçmalığı Fransız kültürünü benimseyerek, Osmanlı toplumunun hayat tarzından farklı bir hayat tarzını seçtiğini ballandıra ballandıra insanların gözlerine sokarak saklamaktadır. İnterneti, dolayısıyla sosyal medyayı kullanarak geçmiş nesillerin tenkitlerine maruz kalan, eskiye oranla çok ileride olmayı o sosyal medyada dolaşmak zanneden yeni nesle benzer şekilde, yani.

Z KUŞAĞINI ELEŞTİRENLER Z KUŞAĞININ ALTINDA KALDI

Şimdi burada nesiller arasında ne kadar büyük bir hızlı değişim yaşandığını da hatırlamak gerekir. Bu değişim, teknolojik imkânlar ve iletişim teknolojilerinin anlık gelişmesi ile hızla başka bir şekle dönüşmektedir. İşin ilginç tarafı, Z kuşağını eleştirenler de Z kuşağından geri kalmaz durumdadır. Trajikomiklik bu olsa gerek.

Bakın daha 2002 yılında yeni neslin dönüşümünü anlatan Ziauddin Sardar “The A to Z of Postmodern Life” isimli kitabında, 20 asırlık medeniyet gelişmesi sonrasında gelinen noktanın, parmak oynatma sanal gerçekliğine ulaşılması ve artık hayatın zaplamaktan (Zapping) ibaret hâle geldiği ifade ettikten sonra, “Korkunç gerçek ise daha kötü. Biz artık kendi zaplamalarımızın ürünü hâline dönüştük.” der. Sardar’a göre tv kanalları arasında zaplamak artık sıradanlaşmayı geçmiş, insanın bizzat kendisi zaplama olmuştur.

ZİAUDDİN SARDAR’IN “POSTMODERN”İ “POSTPOSTPOSTMODERN” OLDU

Ziauddin Sardar’ın aynı eserinde şimdiki internet neslinin hatırlamayacağı bir Yahoo konusu da var. Sardar, Yahoo’nun artık “hayatını internette yaşayan yeni yontulmamış kaba neslin gerçek yarışı” olduğunu ileri sürer. Hatta Sardar Yahoo’nun (Yet Another Hierarchical Officious Oracle) “Bir Başka Hiyerarşik İşgüzar Kahin” anlamına geldiğinden de bahseder. Sardar bu Yahoo’nun, Gulliver’in Seyahatleri’nde söz konusu edilen vahşi yaratıkların hayali yarışının adı olduğuna dikkat çeker.

Aahh Sardar, aynı konuyu şimdi nasıl yazardın bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da senin “Postmodern” dediğin şey çoktan “Postpostpostmodern” oldu.

Yoksa, Bihruz Araba Sevda’sıyla mı haklı, Araba Sevdası’nı gösterme çabasıyla mı?