“Allah’a İnan, İnsanlara Yardım Et”

“Allah’a İnan, İnsanlara Yardım Et”

Meâric suresi mushaftaki sıralamaya göre 70’inci, nüzul sırasına göre ise 79. suredir. Mekke’de Hakka suresinden önce Nebe suresinden sonra inmiştir. Adını 3. ayette geçen ve yükselme dereceleri, yükselme vasıtaları anlamına gelen “me’âric” kelimesinden almıştır. Surenin nüzul sebebi ile ilgili olarak birçok rivayet olsa da en itibar edilen rivayet Nadr b. Hâris’in etrafındaki birkaç müşrik dostu ile Efendimiz’e gelip vaat ettiği azabı kendilerine getirmesini isteyerek Efendimiz (a.s.) ile alay etmeleri olayıdır.

“Birisi, huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan Allah katından inkârcılar için gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabın gelmesini istedi.”[1] ifadesi ile başlayan sure Nadr b. Haris ve arkadaşlarının hem tavırlarını hem de kendilerini alay konusu eder. Onların dalga geçip alay ettikleri ve kendilerinden çok uzak gördükleri azap, Allah için çok yakındır. O Allah öylesine yüce bir zattır ki melekler onun katına dünya yılı ile elli bin yılda ulaşabilirler. Burada akılları kamaştıran bir örnekleme yapılmaktadır. Elli bin yıllık bir mesafe insan zihni için kavranabilir bir mesafe değildir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu ayetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır.[2] Yani bir nevi müşriklere söylenen şudur: Size uzak gözüken Allah için yakındır. Size imkânsız gözüken Allah için mümkündür.

NEFSİNE KAPILAN İNSAN

Ahiret inancı, İslam dininin temel akait unsurlarından biridir. Aslında tüm din, tevhit ve ahiret inancı üzerine kurulmuştur. İslam’ın hedeflediği Müslüman insan da hayatını bu iki inanç temeli üzerinden tanımlar ve yaşar. Bir olan Allah inancı, Peygamber ve kitapların, ahiret inancı da gaybî unsurlara olan imanın kaynağıdır. Allah’ı ve ahireti inkâr eden insan ise nefsinin, gücün, paranın, makamın velhasıl dünyalık sahte ilahların tahakkümünde bir yaşam sürmeye mahkûm olur. İnkâr edenleri kıyamet ve ahirette nelerin beklediği çok etkileyici bir üslupla anlatılır.

Önce ayetlerdeki kıyamet tasvirine bakalım: “O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yüne döner.”[3] İnsanın gündelik yaşam içerisinde sürekli gördüğü ve azametinden etkilendiği dağlar çırpılmış ve havada uçuşan renkli yüne dönüşmüş, ulaşılmaz gibi gözüken ve direksiz üstümüzde durmakta olan gök kubbe ise erimiş maden gibi olmuştur. Bu durumla karşılaşan insanın ruh hâli malumdur, korkmuş ve dehşete düşmüştür. O kadar çaresizdir ki, en yakın dostlarını gördüğü hâlde hâlini hatırını soramaz. Mücrim insan, suçlu kişi, en değerli varlığı olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korku içerisindedir.

İNFAK ETMEYEN İNSAN…

Bunların tamamını fidye olarak verip o inkâr ettiği günün dehşetli azabından kurtulmak isteyecektir, ama ne çare: “Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir. Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır.”[4] Bu dehşetli günde bu ruh hâlinin sebebi ise açıktır. Peygamberin getirdiği ilahi çağrıya kulaklarını tıkayıp inkârcılıkta direnmeleri ve Allah’ın kendilerine verdiği dünyevi zenginliklerden ihtiyaç sahibi olan insanlar için infak etmekten yüz çevirmeleridir.

İNSANIN GÖREVİ

Onlar Allah’ın çağrısı ile alay ettiler, peygamberi yalanladılar, diğer insanların bu çağrıyı duymalarını ve iman etmelerini engellediler. Sahip oldukları maddi gücün kendilerinin olduğu vehmine kapıldılar ve toplumun zayıf kesimleri için hiçbir fedakârlıkta bulunmadılar. Toplumun refahını değil kendi refahlarını düşündüler. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhit davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’ân-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen surelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tespite göre Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı,

  1. a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak,
  2. b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir.

İslam âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.[5] Vahiy ile terbiye edilmeyen insanın genel özelliği, fücur ve takvanın kendisine ilham edilmiş bir varlık olması hasebiyle, kendisine dokunan herhangi bir zorluk, meşakkat, hastalık veya fakirlik anlarında sızlanıp, feryat edip ümitsizliğe kapılmasıdır. Tam tersi durumlarda ise her şeyi kendinden menkul gören insan, bunları Allah’ın bir lütfu olarak görmek yerine kendi aklı, gücü ve kudretinin bir sonucu olarak görür. Bunun neticesinde yalnızlaşır, kendini diğer insanlardan üstün görür, cimrileşir. Ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de ihtiyaç sahiplerine yardım eder.

CENNETE GÖTÜREN DAVRANIŞLAR

“İlla” edatı ile başlayan surenin bu bölümünde olumsuz insan tipolojisinin yerine ikame edilmek istenen olumlu insanın özelliklerinden bahsedilir.

Kişinin Rabbi ile doğru bir ilişki kurması O’nun varlığına ve birliğine iman etmesi, ahiret gününe inanması, hak olan cehennem azabından sakınması, namazlarını devamlı ve dosdoğru kılması, fakir fukarayı gözetip kollaması, zekât ve infakta cömert davranması, emanete riayet etmek hususunda titiz davranması, verdiği sözlerin arkasında durması ve yerine getirmesi, iffetini koruması, Allah’ın hududu içerisinde kalarak cinsel ihtiyaçlarını gidermesi ve Hududullah’ı aşmaması; ayrıca şahitlik yaptığında kendi aleyhine olsa bile adalet ve doğruluktan sapmaması ise, onu cennete götürecek davranışlardır.

Bu ayetler, insanın ahlakını yukarıda sıralanan olumsuz eğilimlerden temizlemenin veya onların etkisini kırmanın yolunu göstermektedir. Bu yol, kısaca ahiret inancıyla desteklenen güçlü bir sorumluluk duygusu geliştirmek, ibadet ve ahlâk alanında olumlu ve yapıcı davranışlar sergilemektir.

Kaynak: Erkam sohbetleri, 102.

 

[1] Mearic suresi, 70:1-2.

[2] Şevkani, Fethu’l Kadir, V, 332; Hac 22:47.

[3] Mearic suresi, 70:8-9.

[4] Mearic suresi, 70:15-18.

[5] Kur’an Yolu 5.cilt. s.456.