“Hânemiz Bir Değil Ama Hâlimiz Bir”
- HAYATSürmanşet 1
- 6 Ekim 2022
En temel seviye müzik bilgisine sahip olanlar, ES işaretinin müzikte dur, durakla anlamına geldiğini bilirler. Düşünün karşınızda devasa bir orkestra var. Doksan yüz tane enstrüman, en sevdiğiniz parçayı seslendiriyor. Parçanın bir yerinde bütün enstrümanlar susuyor. Çok kalabalık bir salonda bu es anında, bu çok kısa zamanda, nefes alıp veren bir insan âdeta kalp atışının diğer insanlar tarafından da işitildiğini zanneder. Bu eslerde, eserin gücü bir kez daha hissedilir. Sonrasında orkestra aşkla kaldığı yerden devam eder.
HAYATIMIZDAKİ “ES”LER
Bizim hayatımızda da esler vardır. Nefes alma molaları vardır. Nefes alırız ve kaldığımız yerden hayatı yaşamaya devam ederiz. Çünkü ömür kısa, vakit değerli, akıp giden saniyelerin geri dönüşü yok. Lakin insan hayatındaki eslere baktığımızda işleyişin orkestradaki gibi olmadığını, farklı şekillerde gerçekleştiğini görürüz.
AİLE Müslüman Bir Kişi Depresyon Yaşayabilir mi?ANLAMLI MOLALAR VERMEK
Yoruluruz ve hayatın akışına bir mola veririz. Adı üzerinde mola. Sonrasında kaldığımız yerden devam ederiz. Bu dinlenmenin en insani olan yönüdür. Hatta bazen yoğun tempo içinde çalışanlara kısa molalar önerilir. Gerek motivasyonu gerekse iş verimini kaybetmemek için bu molalar çok değerlidir. Ormanda ağaç kesen işçilerin daha verimli iş çıkartabilmek için mola verip baltaları bileylemeleri gibi anlamlı molalardır bunlar.
Bazen fiziksel yorgunluğun ötesinde psikolojik yorgunluklar yaşarız ve buna bağlı olarak hayata mola vermek yerine âdeta nokta koyarız. Hiçbir şey yapmayız, iş üretmeyiz, kimseyle görüşmek istemeyiz, evden ofisten dışarı çıkmayız. Tam bir verimsizlik hâli. Bu tür durumlarda genellikle insanlar kendilerini değersiz hissederler ve profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilirler. Çevresindeki insanların da anlayışla karşılayıp destek olmaları gereken bir durumdur.
Mola ve duraklamaların dışında bir de atalet boyutu var. Daha açık ifadeyle tembellik yönü var insanoğlunun. Fakat bu tembellik öyle durduğu yerden olmuyor. Bu tembelliğin bahaneleri var, sebepleri var. Mesela yetişkin bir insana “günde on yedi saat, yürürken, otururken veya uzanırken sürekli ellerine bakacaksın, gözünü ellerinden ayırmayacaksın” denilse acaba tepkisi ne olur? “Yahu kardeşim ne var ellerimde ki, günde on yedi saat bakacağım? Aklımdan bir zorum mu var benim?” şeklinde bir tepki verebilir. Ama aynı insan, avucunun orta yerine bir telefon aldığında hiç sıkılmadan, şikâyet etmeden dahası gözünü bile kırpmadan avucundaki ekrana bakabiliyor. Ve hatta telefonla baş başayken zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyor. Çoğu zaman yemek yemek, tuvalete gitmek gibi insani ihtiyaçlarını karşılarken bile telefonu kendisine eşlik ediyor. Telefonla olan samimiyetini, hayat arkadaşına bile göstermiyor.
TRAJİKOMİK BİR DURUM…
İşin trajikomik olan tarafından bahsedeyim. İşte, evde, arabada, camide, tuvalette dahi telefonla bütünleşik yaşayan yetişkinin, çocuklarına teknoloji kullanım dersi verirken ki hâli çok komik oluyor maalesef. Kendi elindeki telefonu bırakmadan, “oğlum bırak şu tableti artık, gözün bozulacak, beynin hasarlı olacak, hem günde iki saatten fazla telefon tablete bakmak beyin hücrelerini öldürüyor biliyor musun?” şeklinde çocuğunu uyarabiliyor. Y kuşağı, ebeveynlerine saygı adına bir şey söylemiyordu. Lakin Z kuşağını frenleyen hiçbir şey olmadığı için anında cevabı yapıştırıyor.
ÇILGINLIK BU!
Büyük büyük dedelerimiz bugün yaşanan toplumsal travmalarla ilgili çok eskiden güzel sözler söylemişler. Âdeta bugünü tanımlamışlar. Yaşadığımız olumlu veya olumsuz hâllerin sadece bir kesime özgü olmadığını, toplumun katmanlarında aynı problemlerin yaşandığını belirtmek için, “Hânemiz bir değil ama hâlimiz bir” diye çok güzel ifade etmişler. Telefon tablet çılgınlığı, teknoloji bağımlılığı, gözünü ekrandan ayırmadan teknolojiye esir olmuş insanlar, sadece bir evde yaşamıyor. Her birimizin elinde telefon, hepimizin evinde televizyonlar başköşede, çocuklarımızın ellerinde tablet… Bu çılgınlığı birlikte yaşıyoruz. Eskiden çocukların sesi çıkmıyorsa “bir köşede bir yaramazlık yapıyor kesin” denirdi. Şimdi çocukların elinde tablet varsa bir köşeye çekilip, hayali kahramanların dünyasında geziyor. Gerçek dünyadan annesi seslenip bir şey istediğinde veya yemek, su ikram ettiğinde bile gözünü ekrandan ayırmıyorlar.
Gurbetçilerimiz iyi bilir, memlekete gidip dönerken çok uzun saatler araç kullanmak gerçekten yorucu bir iştir. Yoluna göre iki üç bin km yol gitmek ve aynı yolu tekrar dönmek kolay bir şey değil. Araç sağlamlığı, yol güvenliği gibi etkenlerin hepsi tamam olsa bile beş altı bin km yol kat etmek zahmetli bir iştir. Her üç beş saatte bir mola gerekir. Sık mola verse yol bitmez. Mola vermese dikkat dağılır, uyku bastırır. Hele bir de tek sürücü ise memlekete gidiş dönüş, tam bir eziyete dönüşür. Uzun süre araç kullandığımızda bedensel yorgunluğun yanı sıra beyin yorgunluğu yaşarız. Çünkü iki üç gün, gece gündüz önümüzdeki camdan yola odaklanırız. Gittiğimiz yerler değişse bile bizim baktığımız yer hep aynıdır, aracın ön camından yola bakarız. Hatta bakmanın ötesinde olağanüstü bir dikkatle gözümüzü kırpmayız. Çünkü yapacağımız hata sadece kendimizi değil, ailemizi ve sevdiklerimizi de yakından etkileyecektir. Yarı uykulu ve tam dinlenememiş gözlerle, iki üç gün boyunca pür dikkat odaklanmak olağanüstü bir performans gerektirir.
GÖZLER BAKAR, GÖNÜL RAHATSIZ OLUR
Dikkat bu kadar kıymetli iken biz dikkatimizi kime, nereye ve ne için odaklanıyoruz? Çünkü dikkatimiz nereye odaklanırsa zihnimiz de onlarla meşgul oluyor. Merhum Mahir İz hocaya “Keskin bir zekâya nasıl sahip olunur?” diye soruyorlar. Mahir İz hocanın cevabı hem ilginç hem ağır: “Evladım biz Osmanlı Mektebine gittik. Bize ilk gün ‘yolda nasıl yürünür’ bunun kaidesini öğrettiler. Gözler ayağının ucunda olacak yürürken. Gözümüz hep ayağımızın ucundaydı. Hep önümüze bakardık. Sizler boyuna etrafınıza bakınıyorsunuz. Ona bak, şuna bak. Sizde hafıza olmaz. Günahı göz işler de belasını gönül çeker. Gözler bakar, gönül rahatsız olur. Ve hafıza zayıflar.” Mekânı cennet olsun 59 yıl öğretmenlik yapan Mahir İz Hoca bu sözleri, nereden bakarsanız 60 sene önceki koşullara bakarak söylemiş. Bizim ahvalimizi görse ne derdi acaba?
AİLE Çocuklara Dijital Yaşam Becerileri Kazandırmanın YollarıBEN MERKEZLİ DÜNYA…
Beyefendiler spor müsabakalarını ve tartışma programlarını izlerken, hanımefendiler yemek, evlilik programları ve dizileri izlerken, çocuklarımız yaş grubuna göre çizgi animasyon filmleri izlerken öyle bir dikkatle izliyoruz ki, dış dünyaya sağır kesiliyoruz. Bu durum hem dikkatin sanal dünyaya transfer olup, gerçek hayattan soyutlanmasına sebep oluyor. Hem de aile bireyleri ile kaliteli zaman paylaşıp aile bağlarımızı güçlendirmemize engel teşkil ediyor. Dahası bireysel yaşanılan hayatın sonucu olarak, çocuklarımız asosyal bir kişilik üzere yetişiyorlar. Cemiyete karışmayan, hayatın sadece ben merkezli dünyasının ekseninde döndüğünü varsayan, paylaşmayı unutup bencil bir tutum sergileyen bireyler olarak yetişiyoruz ve yetiştiriyoruz.
Dikkatimizi telefon, televizyon, tablet ekranlarında yoğunlaştırdığımızda baktığımız izlediğimiz her ne varsa bunların tamamı helal objeler olsa dahi, akıp giden zamanın ve bu şekilde heba edilen ömrün hesabını nasıl verebiliriz? Bizleri Yaratan, “Gençliğini nerede harcadın? Ömrünü nerede harcadın? Paranı servetini nasıl kazandın ve nasıl harcadın? Sağlığını korumak için ne yaptın ve nasıl kaybettin?” diye sorduğunda verecek cevabımız var mı? Nimeti veren, verdiği nimetin hesabını sorar.
Yazımızın başında müzikteki es işaretinden, duraklamadan söz etmiştik. Ve es işareti için kısa bir duraklama demiştik. Evde ofiste telefonumuza gelen mesajlara bakmak için hayata bir es miktarı mola verebiliriz. Ama bu mola, mola olmaktan çıkıp telefonun içinde kaybolduğumuz zaman, dahası bunu alışkanlık hâline getirdiğimiz zaman; işte o zaman hayatı ıskaladığımızın resmidir.