İlk Müslüman Türk Devleti İdil Bulgarlarının Hikâyesi
- HAYATSürmanşet 2
- 28 Eylül 2022
Hatırlar mısınız bilmem, bu sene mayıs ayı ortalarında Kazan Müslümanları, İdil (İtil/Etil/Volgar/Bolgar) ahalisinin Müslümanlığı kabul edişinin 1100’üncü yıldönümünü büyük bir törenle kutladı. Bu kutlamaya göre İdil Ön Bulgarları Müslüman olmayı miladî 922 yılında kabul etmiş oluyorlar.
Lakin. İşte bu lakini dikkatlice okumak gerekir. Aslında olay şudur: Medinetu’s-Selam’daki (Bağdat) Müslümanların halifesi Câʿfer el-Muktedir Billah’ın İdil Ön Bulgar Hanı’na bir heyet gönderir. Heyet 21 Haziran 921 miladi Perşembe günü hilafet merkezinden yola çıkmıştır. Ve nihayet, 12 Mayıs 922 tarihinde bu memleketin, yani Ön Bulgarların merkezine ulaşmıştır. Bağdat’ın o zamanki ismi “Barışın şehri/En güvenli şehir, yani Medinetu’s Selam” manasına geliyordu. Bu başka bir konudur.
Fakat, Ön Bulgarlar, Müslüman olma tarihlerini “İslam halifesinin elçisinin geldiği gün”e bağlamışlardır. Buradaki incelik, daha sonra kısmen hikâyesini anlatacağımız gibi bu Müslümanların ne kadar da samimi bir şekilde Müslüman olduklarını gösterir. Bunun şahidi bizzat, Müslümanların halifesinin heyetinde yer alan İbn Fadlan’ın anlattıkları ile daha da açığa çıkacaktır. Ama işin gerçeği Ön Bulgar Müslümanları daha 912 yılında Müslümanlığı kabul etmiştir. Belki de daha öncesinde. Ama, Ön Bulgar Hanı olan İlteber Almış b. Şilki şahıs olarak da bu tarihlerde Müslüman olduğu için bu tarihe itibar etmek daha doğru olacaktır.
İLK MÜSLÜMAN TÜRK HÜKÜMDARI İLTEBER ALMIŞ
Böylece, bizim genelde doğru bildiğimiz bir yanlış daha düzelmiş olacaktır. Bizim doğru bildiğimiz bilgi “İlk Müslüman Türk Devleti Karahanlılardır. Karahanlı hükümdarı Satuk b. Bezîr, 920 yılında Müslüman olarak Abdulkerim Satuk Buğra Han ismini almıştır.” şeklindedir. 922 ile 920 arasında 2 sene öncelik gibi bir fark olsa da İlteber Almış aslında daha 8 sene önce Müslüman olmuştur. Dolayısıyla, her ne kadar bugünkü Tataristan Müslümanları atalarının 922’de Müslüman olduklarını ilan etseler de hakikat budur.
Yine de bu tarihî bilgilerin aslı değiştirecek bir önemi de yoktur. Hatta, 912 yılından öce dahi Ön Bulgarlar arasında İslamiyetin “Müslüman tüccarlar” aracılığıyla yayıldığına dair o kadar çok bilgi ve belge vardır ki, bu belgelerin varlığı ne Abdulkerim Satuk Buğra Han’ın ne İlteber Almış’ın önce veya sonra Müslüman olmalarının değerini azaltabilecek değildir. Çünkü her birinin hem Müslüman oluşları hem de Müslüman gibi Müslüman olarak yaşamaları daha önemlidir.
İDİL BULGARLARINA VARMAK İÇİN SEFER HAZIRLIĞI
Söz İbn Fadlan’dan açılmışken ve biz de onun şahitliğine başvuracağımıza göre, şimdi onun sözünü aktarmak gerek. Bizim Kısaca İbn Fadlan şeklinde bahsedeceğimiz kişi Ahmed b. Fadlan b. el-Abbas b. Râşid b. Hammad isimli İslam halifesinin Bulgar heyetinde yer alan alim bir kişidir.
İbn Fadlan, 11 Sefer 309 hicrî/21 Haziran 921 miladi Perşembe günü Medinetu’s Selam’dan Bulgar’a ulaşmak üzere yola çıkar. Heyet yolda kış aylarını Harezm’de Cürcaniye’de geçirir. Cürcaniye bugün Türkmenistan’da Köneürgenç denilen Gürgenç şehridir. Heyet buradan da 4 Mart 922 tarihinde kuzeye doğru hareket eder.
Bundan önce kış aylarında yapılan hazırlıklar vardır. 15 Şevval 309/16 Şubat 922 sıralarında havaların ısınmasıyla Ceyhun nehrinin buzları çözülünce yol tekrar görünür. Heyet yanına üç ay yetecek kadar ekmek, karaca darı, kurutulmuş et satın alır. Elbette ki bu kadar yükü taşıyacak da deve.
Ama bu heyete, yanlarına almaları gerekenler arasında mümkün olduğu kadar çok elbise almaları tavsiye edilir. İbn Fadlan önce bunu, mal satmak ve kendilerini soymak veya korkutmak isteyenlerin işi zanneder, ama, yola çıkınca da işi bu kadar abartan Gürgençlilere hak verir.
ABARTTIKLARINI SANDIM: GERÇEKLER DAHA ABARTILIYDI
İbn Falan o hazırlıkları kısaca şöyle anlatır: “Sonra gerçeği görünce söylediklerinden kat kat fazlaydı. Her bir kişinin üzerinde bir gömlek, onun üzerinde kaftan, kaftanın üzerinde post, onun üzerinde keçe, onun üzerinde bornoz vardı. Sadece gözleri görünüyordu. Bacaklarımızda şalvar, onun altında uzun don, ayağımızda sahtiyan mest, onun üzerinde başka bir mest vardı. İçimizden biri üzerindeki elbiselerin ağırlığından deveye binince kımıldanamıyordu.”
Bağdat gibi sıcak memleketlerde insanların giydiğine bakarak İbn Fadlan’ın olayı biraz abartma ihtiyacı hissettiği anlaşılsa da o günün şartlarında o yolculukta bu şekilde giyinmek gerekiyordu.
“Allah’a tevekkül edip işimizi ona havale ettik.” diyen İbn Fadlan hem yol boyunca hem de Bulgar’a vardıktan sonra karşısında gördüğü Müslümanların ihlaslarına gıpta eder. Yolda giderken, karşılaştığı bazı olayları da maharetli bir şekilde anlatır. Fakat, neredeyse yolun ortasında kervanlarının 3000 hayvan ve 5000 adamdan oluştuğunu da hatırlatalım. Yani şimdi bizler nasıl yolculuk yapıyoruz, o zamanın insanları nasıl yolculuk yapıyordu diye düşünmek gerekmez mi? Bir yerden yere varmak için aylar, mevsimler belki de yıllar geçmesi gerekiyordu zaman olarak. Ama o yolculukta insanların ihtiyaçları nasıl karşılanıyordu ki diye sorarsanız, bende bunun cevabı yok.
TÜRKLERİN DİKKAT ÇEKEN ÖZELLİKLERİ
İbn Fadlan’ın anlatmasına göre yolda bir ara kendisi Kur’an okur. Türklerden birisi bundan rahatsız olur. Tercümana İbn Fadlan’ın susmasını söyler ve “Bu Arap’a sor, Rabbimizin karısı var mı?” der.
İbn Fadlan, “Bunu büyük günah sayıp Allah’ı tesbih (Sübhana’llah dedim) ve istiğfar (afv dileme) ettim. O da benim gibi tesbih ve istiğfar etti. Türkün âdeti böyledir. Müslüman’ı tesbih ve tehlil (Sübhanellah ve Lâ ilâhe illallah) derken duyarsa onun gibi yapar.” der.
Bunun gibi daha ilginç olaylar anlatan İbn Fadlan Müslüman olmasalar da Türklerden övgü ile bahseder “Müslümanlar, Türklerin yanına gitmek için oradan dost edinirler. Müslüman onların yanından ayrılmak isterse, develerinden, hayvanlarından biri yolculuk edemez hâle gelmişse veya bir şeye ihtiyacı olursa çok yorulan hayvanını arkadaşı Türk’ün yanında bırakır, ihtiyacı olan hayvan ve malı ondan alır, yoluna devam eder. Gittiği yerden dönünce aldığı develeri, hayvanları, eşyayı geri verir.”
İbn Fadlan Türklerin bazı davranışlarını şu anlatımıyla över:
“Aynı şekilde Türk’ün yurdundan bilmediği bir insan geçse, ona ‘Ben senin müsafirinim. Develerinden, hayvanlarından, malından şu kadar ihtiyacım var’ dese Türk ona istediğini verir. Tüccar bu yolculuğu sırasında ölür, kafile dönerse Türk kafileye gelir. ‘Müsafirim nerde?’ diye sorar. ‘Öldü’ derlerse kafileyi indirir. Kafilenin reisi olan tüccara gelir, mallarını gözünün önünde açar, ölen tüccara verdiği mal kadarını alır, bir habbe fazla almaz. Aynı şekilde develerinden, hayvanlarından verdiği kadarını alır. ‘O senin amcaoğlundu. Onun borcunu senin ödemen gerekir’ der. Eğer o tüccar firar ettiyse yine aynı şeyi yapar. ‘O da senin gibi bir Müslüman’dı. Sen ondan borcunu al’ der. Eğer Müslüman müsafirini kervan yolunda rastlayamazsa, onun ülkesini, nereli olduğunu sorar. Yol gösterirlerse onu aramaya kalkar, onu bulur, verdiği malları geri alır. Aynı şekilde hediyelerini de geri alır.”