Okumak İşe Yarayan Bir Şey midir?

Dünyanın en çok kitap okuyanlar listesine bakarsanız, bu listeyi kimin ve kimse ile kimselerin ne amaçla yaptığına iyice bakmanız gerekebilir. Zira bu listeyi yapanların belirli bir amacı vardır. O amaç da ne okumakla, ne okumaya teşvikle ne de kitapla alakalıdır.

O zaman, siz benden bunun amacını soracaksınız da bende de bunun cevabı yok. O zaman şimdi ne yapacağız? Onu da bilmiyorum. Lakin, okumanın iyi bir şey olduğuna inanıyorum. Ne, neyi, ne zaman, niye, nasıl okumak meselesi ise insanın kendi tercihi olacak bir şeydir. Buna rağmen herhâlde okumanın bir manası ve gayesi olmalıdır. Zira İmam Burhaneddin Zernucî’nin “Ta’limu’l Muteallim (Öğrencinin Öğretmek)” isimli meşhur kitabında aktardığı şu anekdot bu mananın, ne manaya geldiğini çok iyi açıklamaktadır.

Zernucî’nin naklettiğine göre Hanefî mezhebinin önde gelen imamlarından İmam Muhammed’e, suçlama maksatlı olarak neden zühd üzerine bir kitap yazmadığı sorulur. Sorudan maksat, “zühdü bilmeyen adam, fıkıhçı olsa ne yazar” hükmünü pekiştirmektir. Fakat bu soruya İmam Muhammed: “Alış-verişin hükümleri hakkında bir kitap yazdım ya!” cevabını verir.

İmam Muhammed’in amacı burada, her iş sahibinin kendi işi ile ilgili bilgileri öğrenmesinin zühd olduğunu, kendisinin de alış-verişin hükümlerini iyi bilen birisi olarak o konuda kitap yazdığını göstermesidir. Öte yandan, İmam Muhmamed’in cevabında, günümüzdeki gibi kavgalı bir polemik dili yerine daha münasip nasihat dilini kullanması da önemlidir.

LAZIM OLANI OKUMAK VACİBU’L VACİP

O hâlde bunu tersine çevirmek de mümkündür. O da kime ne lazımsa o konuda okumak vaciptir gibi bir hükme götürür insanı. Ama mesele, okumanın sadece bu gibi ihtiyaç duyulan alanlarda olup olmayacağı meselesidir. Yani, insan ya hiç ihtiyacı olmayan bir alanda okuma yaparsa boş iş mi yapmış olur sorusu gündeme gelebilmektedir.

İşte işin burasında kendi düşündüklerimi açıkça söyleyebilirim. Bence, bir insanın kendi ihtiyacı olan alanda okuması vacibu’l vacip olduğu gibi bilmediği alanlarda da okuması vaciptir. Kimse benim filozofça veya safça konuştuğumu sanmasın. Benim söylediklerimin amacı sadece konuya dikkat çekmek içindir. Yoksa kabul ederim ki, sözlerimin öyle filozofâne bir özelliği yoktur.

Ama üstad filozof Arthur Schopenhauer’ın okumak ve kitaplar ile ilgili söylediklerine de şaşmıyor değilim doğrusu. Buna rağmen filozofumuzun kitaplar ve okumak üzerine doğru söyleyip söylemediğini tartışmayacağım, haklı da demeyeceğim, haksız da. Böyle olsa da filozofumuz, okuma ve kitaplar hakkında kitap gibi laflar etmiş birisidir.

Schopenhauer kitap ve okumak hakkında Türkçeye aktaranlara göre şuna benzer şeyler söylemiştir:
“Cehalet ancak zenginlerle bir arada bulunulduğu zaman insanı küçük düşürür. Sefalet ve ihtiyaç yoksul insanı sınırlar; onun işi yahut uğraşı bilgisinin yerini alır ve düşüncelerini işgal eder. Fakat cahil olan zenginler sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler; her gün görülebileceği üzere, bunlar aynı zamanda servetlerini ve boş vakitlerini kendilerine en büyük değeri kazandıran şey için kullanmadıklarından ötürü de tenkit edilmelidirler.”

OKUYABİLECEK ZAMANI SATIN ALMAK

Okumakla ilgili olarak filozof Schopenhauer’in en çok hoşuma giden hükmünü öğrenmek isterseniz o bölümün de şöyle olduğunu sizlerle paylaşmak isterim. Aslında bu yazımda söylemek istediklerimin özüdür orası. Ve en önemlisi, şimdilerde Z kuşağı denilen, ancak ne kuşak olabilen ne de kendilerinden sonra geleceklere bir şey bırakamayacak olan neslin aslında ne hâle gelebileceğinin de formülünü sıralayan cümlelerinde şöyle der Schopenhauer:

“Eğer okuyabilecek zamanı da satın alabilseydi, kitap satın almak insan için iyi şey olurdu; fakat insanlar genellikle kitap satın almayı o kitapların içindeki şeyleri elde etmekle karıştırırlar. Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek, yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen, okuduğu şey de zihnen beslemiştir ve o bunlarla ne ise o olmuştur. Nasıl ki beden kendisiyle türdeş olanı hazmederse, bir insan da kendisini ilgilendiren-dikkatini çeken şeyi muhafaza edecektir; bir başka deyişle onun düşünce sistemiyle örtüşen yahut amaçlarına denk gelen şeyi bünyesinde alıkoyacaktır.”

İşte üstadın dediği gibi, tamam okumak güzel şey de o okumayı yapacak zamanı nasıl satın alabileceğiz, değil mi? Zaman mı var okumaya? Ya da olayın bir başka versiyonu olan, “para mı var kitap almaya?” da denilebilir.

BİLGİ OLMAYAN BİLGİYİ BİLGİ BİLMEK

Yook, bir de modern zamanların modası var. Modern insan zihnen beslenmek değil, boşalmak istiyor. Sanki zihninde yararlı şeyler var gibi bir de hava atıyor. Baksanıza, dünyada bir saniyede dolaşan bilgiyi ölçmek artık mümkün değil. O kadar bilgi var ki, bu bilginin hangisinin bilgi olduğunu bilmek bile mümkün değil. Bu durumda, üstad Schoppenhauer’in “zihin besleme” diye tabir ettiği iş abesle iştigalden başka bir şey değil midir?

İşte bu yüzdendir ki, günümüzdeki değerli bilgi yüklü kitapların, yazıların varlığı inkâr etmek anlamında değil de, saçma sapan, hiç işe yaramayacak olan bilgilerin ister istemez zihnimizi daha çok doldurduğuna işaret etmek için Schoppenhauer’in, August Wilhelm Schlegel’den aktardığı şu cümleye de dikkat çekmek istiyorum. Schlegel şöyle demiş:

“Eskileri, zamana meydan okuyarak çağları aşıp gelmiş olan eskileri okuyun büyük bir iştahla, yenilerin söyledikleri pek bir anlam ifade etmiyor artık.”

Ve şimdi siz karar verin. Okumak işe yarayan bir şey midir, gerçekten de?