Kalbe Düşen Cemre: Merhamet
- AİLESürmanşet 2
- 15 Eylül 2022
Merhamet etmek, merhametli olmak konusu açıldığında birçoğumuz Peygamber Efendimizin (s.a.v.): “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” hadîs-i şerifini hatırlarız. Elbette bu güzide hadisi hatırlamak çok güzel, hatırlatmak daha güzel. Lakin nedir merhamet? Ne yaparsak merhametli oluruz? Acımak ile merhamet, aynı kavramlar mı? Aynı değilse aralarında nasıl bir ilişki var? Ve asıl konumuz, çocuklarda merhamet duygusu nasıl gelişir? Ailemizde merhamet, nasıl yaşatılır?
ACIMA DUYGUSU
Öncelikle merhamet kavramı ile çok karıştırılan acımak kavramını ele alalım. Acımak, merhamet değildir. Acıma duygusunda kendini yukarıda görme, tepeden bakma tavrı vardır. Eşitler arasında acıma duygusu olmaz. Yüksekte olan ya da kendini yüksekte gören, kendisinden aşağıda gördüğüne “lütufkâr” bir tavırla ve “lütfen” yardımcı olur. Acıma duygusu ile paylaşırken, bir bağışlama, bir ihsanda bulunma hissi vardır. Bu nedenle acıma duygusu ile hareket tavrı, mümine yakışan bir tavır değildir.
HAYAT Gönlümüzdeki Merhameti KoruyalımACİZ KUL OLMAK
Merhamet duygusu bambaşka bir histir. Âdeta Rabbimizin rahman ve rahim sıfatlarının, kulları üzerinde tecellisi gibidir. Merhamet, gönle düşen cemredir. Namazda aynı safta namaza dururken; bütün rütbelerden, unvanlardan, sınıfsal etiketlerden sıyrılıp Yaratan karşısında aciz bir kul olduğunu kabullenmek gibidir. Merhamet duygusunda, asla tepeden bakma ve lütufkâr bir tavır yoktur.
EMPATİ MERHAMETİN İLK BİLEŞENİDİR
Merhamet duygusunu bu denli özel ve önemli kılan ince çizgi, empatik bir yaklaşım içinde sergilenmesidir. Empati, merhamet duygusunun ilk bileşenidir. Kendini, muhatabının yerine koymadan; onun içinde bulunduğu hâli, kendi hâlin bilmeden merhamet olmaz. Çünkü empati olmazsa, sevince, hüzne, coşkuya, kedere ortak olunamaz ki! Omuz omuza oturup, gönül gönüle yaslanamaz ki! Yüreğindekini yüreğinde hissedemezsin ki!
HEMHÂL OLMAK…
Merhamet, incitmeden hemhâl olmaktır. Tepeden bakmak, başa kakmak şöyle dursun, âdeta görünmeyen dokunuşlar yapmaktır. Bilinen tabirle “İyilik yapıyor görünmek değil; iyilik yapmak ve görünmemektir.” Somut örnek vermek gerekirse… Diyelim ki yol kenarında mendil satan, çığırtkanlık yapmadan, dikkat çekmeye çalışmadan, kendi hâlinde bir yaşlı insanı gördüğümüzde… Gözüne soka soka: “Al sana para veriyorum, bana bir mendil ver, bak sana yardım ediyorum” şeklinde bir edepsizlik yerine: “Allah senden razı olsun amca! Tam da mendile ihtiyacım vardı. Rabbim seni bana denk getirdi. Ne güzel bir insansın sen!” diyerek muhatabı incitmek yerine onurlandırmış olmaz mıyız?
AİLE “Ailede Gönlün Gönüle Değdiği Münasebetleri Artırmak Gerekir”KALPTE HİSSETMEDEN DAHA FAZLASI
Merhamet kavramının önemli bir özelliği de aksiyoner yönüdür. Yani merhamet muhatabın içinde bulunduğu duygu durumunu kalbinde hissetmek değildir. Kalbinde hissetmekten fazlasıdır. Eyleme geçip, muhatabı bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarma gayreti içinde olmaktır. Kişisel ve çevresel imkânları zorlayarak, bir şeyler yapmak, yapılacak ne varsa yapmaktır. Yani birçoğumuzun yaptığı gibi; “Allah yardımcısı olsun” deyip yoluna devam etmek değildir. Allah zaten yardım eder. Önemli olan karşımıza çıkan bu imtihanda, bizim nasıl bir tutum sergilediğimizdir. Ve merhamet sadece kulun kula göstereceği bir tutum değildir. Kulların hem kullara, hem hayvanlara, hem de ağaçlara ve bütün canlılara karşı göstereceği bir tavırdır.
ÇOCUKLARDA MERHAMET DUYGUSU
Peki, çocuklarımızda merhamet duygusunu nasıl geliştireceğiz? Asıl önemli konu bu. Çünkü çocuklukta aşılanmayan bir duygunun, yetişkinlikte gösterilmesi zordur. Tıpkı ağaç yaşken eğildiği gibi. Aile içinde nasıl bir atmosfer yaşanmalı ki, çocuklarımız merhamet duygusunu içselleştirsinler. Aile içinde ne yaparsak, nasıl yaşarsak, çocuklarımız da benzer davranışlar göstereceklerdir. Bu nedenle çocuklarımıza ne söyleyeceğimizden daha çok nasıl rol model olacağımız önemlidir. Çünkü çocuklarımız bizim ayak izlerimizi takip edecekler. Bundan kuşkumuz olmasın.
Çocuklarımızla konuşurken; yetime, öksüze, ihtiyaç sahibi yoksula, darda kalmışlara, yolda kalmışlara, aklı karışmışlara yardımcı olmak gerektiğini söyleriz. Ama işin eylem kısmına geçtiğimizde “Allah yardım etsin, bunun işi zor” deyip orada bırakırız. Biz durum tespiti yapan noter değiliz ki! Kim için tespit ediyoruz? Allah bilsin diye. Haşa Rabbimizin durumdan haberi yok mu? Asıl farkında olmamız gereken husus, Rabbimiz muhatabımızı bize, bizi de muhatabımıza bir imtihan vesilesi olarak karşılaştırdığıdır. Bunun farkına vardığımızda, sebebe sımsıkı sarılırız ancak.
ÇOCUKLAR YAPILAN İYİLİKLERİN PARÇASI OLMALI
Bir çiçeğe su verirken, bir kediyi sütle beslerken, bir karınca yuvasının etrafını çevirirken, bir âmâya yoldaşlık ederken, bir öğrencinin yurt ve servis ücretine sponsor olurken… Bütün bunları yaparken, ebeveynler olarak işlem bittikten sonra aile ortamında rapor verir gibi paylaşmak yeterli değildir. Dedim dedi, oldu bitti diyerek masal anlatır gibi paylaşımların bir etkisi yoktur. Yapılan çalışmalar güzel elbette. Ama çocuklarımızı bu işin masal kısmına değil; eylem kısmına dâhil etmeliyiz. Çocuklarımız yapılan iyiliklerin izleyicisi, dinleyicisi değil, sahada oyuncusu olmalıdır. Yaşanan iyilik ve güzelliklerin parçası olmalı ve kendilerini paydaşı olarak hissetmelidirler. Peki nasıl olacak bu?
ÇOCUKLARA İNFAK ETMEYİ ÖĞRETMEK
Helal kazandığımız rızkımızdan, çocuklarımıza harçlık veriyoruz. Kazancımızı, varlığımızı temizlemek için infak yapıyoruz. İnfak yaparken aile bireylerini de sürece dâhil etmemiz gerekir. Ebeveyn olarak çocuklarımız adına da yardımda bulunmak güzeldir. Ama daha güzel olanı, çocuklarımızın kendi harçlıklarından katkı sağlamalarını öğretmektir. Az ya da çok demeden kendi bütçesinden vermesini öğretmektir. Birçok güzel alışkanlıkta olduğu gibi verme eylemi de çocukken kazanıldığında kalıcı oluyor. İnfak etmeyi çocukken öğrenen büyüklerin; çocukken alıştıkları için verirken elleri titremiyor. Varlığın asıl sahibini bilen, kime ve nereye verdiğini iyi biliyor. Bu yüzden de vermek, nefsine ağır gelmiyor.
İnsanın başka insanlara ve diğer canlılara merhamet göstermesi çok zor değildir. Asıl zor olan kısmı insanın kendisine merhametsiz olmasıdır. Yaptığımız hatalardan dolayı kendimizi asla affedememek bunun en göze çarpan örneğidir. Neden affedemiyoruz kendimizi? Haşa biz hatasız mıyız? Haşa biz noksansız mıyız? Bizler insanız, beşeriz. Hatalarımız var ve hâlâ hata yapmaya devam ediyoruz. Bazen cahilliğimizden, bazen acizliğimizden dolayı yanlışlarımız oluyor. Bu yanlışlardan dolayı kendimize karşı merhametli olmamız gerekiyor. Hatalarımız affedeceğiz ama hatalarımızdan ders çıkarmak koşuluyla. Hatalardan ders çıkardığımızda kazanım olur. Hataları kaderimiz olarak gördüğümüzde alışkanlık olur.
Kendini, muhatabının yerine koymadan; onun içinde bulunduğu hâli, kendi hâlin bilmeden merhamet olmaz.