Bakış Farkı

Bakış Farkı

Şevket Süreyya, 1923 yılında girdiği hapishanedeki oda arkadaşlarından söz ediyor:

“İkinci oda arkadaşımız bir din alimiydi (Aksekili Ahmet Hamdi Efendi). O, Allah’ına yöneliş hâlindeydi. Bu teveccüh daimiydi. Zaten ona göre din, bir hayat ve muaşeret kaidesiydi. Onun din anlayışında korkunun, cehennemin pek yeri yoktu. Allah’ını sevdiğinden tapıyordu.

-Hazret, diyordu, İslam dini iyi ahlaktan ibarettir.

Bu iyi ahlakın arkasında da ferdin, ailenin, milletin ve bütün insanlığın mutluluğu için lazım olan her şeyin var olduğuna inanırdı. …Daimî güleç bir yüzü vardı. O da sanki kendi evinde, kendi insanları arasındaymış gibi sakin ve müsterihti. Bizimle, çocukları, kardeşleri, yakınları gibi meşgul olmak isterdi.”   …

Şevket Süreyya, bazı günlerin belirli bir saatinde, pencerelerinin baktığı sokağın başında görünen eşi ve çocuklarını rahatlatmak için Aksekili’nin neler yaptığını anlatıyor: …“Sanki hepimiz iyi ve mutluymuşuz gibi, uzaktan onlara rahatlık, güvenlik duyguları vermek isterdi.” (Suyu Arayan Adam, s.312-3)

Şevket Süreyya, odadakilerden birinin de önemli mevkiler işgal etmiş ve idamına hükmedilmiş bir eski subay olduğunu, onun metanetini belirttikten sonra, askerlerin sabah erkenden gelip infazı için alışlarını ve Aksekili’nin hemen abdest alarak namaz kılıp ona dua edişini anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:

“Fakat bu olay, eski bir hariciyeci olan dördüncü oda arkadaşımızın sinirlerini yeniden bozdu. Yeniden her tarafı titremeye, gözlerinden korku yaşları dökülmeye başladı. Bu adam saltanat devrinde, bir zaman mühürdarlıkta, yahut da hükûmetin haricî ticaret işleriyle alakalı servislerinde müdür veya umum müdür olarak bulunmuştu. … Ona göre dünyanın mihveri kendi rahatından ibaretti. Ne eşi ne evladı vardı. Bütün kaygısı kendi şahsıydı. Bütün hatıraları, Düyun-u Umumiye ile Osmanlı bankası arasında toplanmıştı:

-…Sizler, tabiî bu yüksek alemleri bilmezsiniz. Ama o çevreler bensiz olamazdı. ..

Gözlerinde bu resmi kabuller ve bir de Avrupa otellerinin servisleri yemek salonları, yatak odaları tüterdi. …

-Monşer! Bendiniz şarapla hazırlanmış mantar sotesine bayılırım. Bunun içine küçük güvercin ciğerleri katarlar. ….

Bu hikâyelerin arkası gelmezdi. Konuştukça coşar, coştukça konuşurdu. Derken gözleri yaşarır. …

Şikâyetleri arasında başını duvarlara çarpacakmış gibi sağa sola sallar, gözlerinden yaşlar, kuru ekmekle, yağsız peynir ve tuzlu zeytin üzerine akar dururdu.” (s.314)